50| Özgürsün

110 16 8
                                    


*

50| Özgürsün

Sevdiğiniz, güvenmeyi ve inanmayı seçtiğiniz biri tarafından incitilmek nasıl da yaralayıcıydı. Kalbim paramparçaydı, göğsümde öyle bir ağrı ve ağırlık vardı ki artık gözyaşlarım bile buna bir son veremiyordu. Kıvrılıp yattığım yatakta, bacaklarımı karnıma çekmiş küçülmeye çalışarak yattığım bu yatakta, içinde durduğum oda bile ona aitken ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmemenin çaresizliğini yaşıyordum. Bu gidecek hiçbir yerimin olmamasından kaynaklı değildi, ona gerçekten, koşulsuz şartsız güvenmiş bir yanımın acıyla kıvranmasından kaynaklıydı. Bir yanım ona ait olabilmeyi istemişti, sert bedeninde atan kalbinin bana ait olmasını çok istemişti fakat şayet ki bu dileğim gerçek olduysa bile o kalbin barındırdıkları canımı çok yakmıştı.

Daha ne kadar burada durabilirim bilmiyordum, oysa biliyordum ki bir kez daha gitme vaktim gelmişti. Yeniden yalnızdım, yeniden ayağa kalkmak ve zor da olsa ilerlemek zorundaydım. Acılarımı gereksiz yere büyütmeme yada abartmama gerek yoktu, başka sevdiklerimi de kaybetmiştim, en kötüsü de annemin gözlerimin önünde ölüşüne şahit olmuştum. Ben... Hayatta gerçek anlamda bir başıma kalmıştım, ölümüm pahasına olsa da kalkıp hiç görmediğim babamı arayacak kadar yalnız kalmıştım ama bu yaşadıklarımın hiçbiri ruhumu böyle kırmamıştı. Annem uzun bir süredir hastaydı, öleceğini biliyordum; babamın beni terk ettiğini de kabullenmiştim ve gördüğüm kötü muamele, canımı acıtan tüm o şeyler beni tanımayan, yüreğimi çok da derinden yakmayacak kişilerden kaynaklıydı.

Kai, belki de artık Jongin demeliyim bilmiyorum... Sadece... Onun yalnızca bana sunduğu yumuşak bakışlarının ardından, ölümcül fakat bedenime dokunduğunda nazik olan ellerinin, bedenimi kavuran pürüzsüz dudaklarının ardından canımı böyle çok acıtmasını kabul edemiyordum. Bana, onun için bir aile gibi hissettirdiğimi söylemişti, beni sevdiğini söylemişti. Bunu dile getirmişti ama kalbi hiç sızlamıyor muydu? Nasıl oluyordu da hiç pişmanlık duymuyordu? Gözlerinin olduğunu, kör olmadığını söylüyordu ama şimdi, konu yaşadıkları ve yaşattıkları olduğunda beni bile görmüyor gibiydi ve ben de ona karşı kör kalabilseydim eğer, en baştan gözlerindeki ateşten korksaydım şimdi her şey çok farklı olurdu.

Ondan kaçardım, ona bakmazdım, ona acılarını görecek kadar dikkatli bakmaz ve o acıların benim canıma da sıçramasına izin vermezdim. Onun canı acımaz, demeye devam ederdim kendime. Yaralarını öpmezdim, ona hüzünlü de olsa gülümsemeler vermezdim. Evinde gezdiğim ilk günde bunu düşünmüştüm; onun cayır cayır yanan bir ateş olduğunu görmüştüm ama üzerinde yürüyebileceğimi sanmıştım. Yanmıştım.

Tanrım... Artık çok geçti. Teninin soğukluğu dudaklarıma kazınmıştı, parmak uçlarım yaralarını arıyordu, gözlerim yüzünü görebilmek istiyordu ama yapamazdım. Bunu kaldıramazdım, kaçmak zorundaydım.

Kaçmayı kendime bir kurtuluş olarak seçmiştim çünkü kalıp da onun yarattığı dehşeti düzeltmeye gücüm yetmezdi. Dahası, o dehşeti çok daha net bir şekilde görmek beni mahvederdi. Kaçmak artık bana çok daha sıradan bir hayat sunmalıydı, umduğum şey buydu. Günler sonra, yorgunlukla ayağa kalktığımda yürümeme yardım eden şey bu umuttu. Onu gördüğümde, bana hüzünle yanan gözleri ile baktığında ve güçsüz sesinden adım döküldüğünde ona son kez olduğunu düşündüğüm bir gülümseme sunmama izin veren de buydu. Soğuk teni dudaklarımı yakmıştı ve ne kadar güçlü durmaya çalışsam da onu öpmek can yaralarımdan biri haline gelivermişti.

Alnım yüzüne yaslıydı, dudaklarım yanağına sürtünüyordu ve gergin çenesi avucumun içindeydi ama bana öyle uzaktaymış gibi geliyordu ki... Sanki onu hiç gerçekten öpememiş gibiydim, sanki ona hiç böylesine yakın olamamıştım. Bir yanım onu daha çok öpmek, olan her şeyi unutmak ve göğsüne yaslanıp kollarının arasına sığınmak istiyordu ama yapamazdım. Kalbimin bir parçasını o anda sonsuza dek ona ait kılmıştım ama ne ben ona ait olabilmiştim ne de onu sahiplenebilmiştim.

Komorebi IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin