Sende bir şey var
Açıklaması zor bir şey
Sende bir şey var çocuk
Ve hala aynısın(London Grammar- Nightcall)
*
53| Geçmişten Gelen
Okuduğum cümleyi bitirip ince sayfayı parmaklarımın arasında çevirirken, "Sürünün başında olman gerekmiyor muydu?" diye sordum. Yürüyüşündeki ritme, ağırlığını yere bırakırken çıkardığı tıkırtılara bile alışmıştım, kim olduğunu bilmem için başımı kaldırıp ona bakmama gerek kalmıyordu. Zaten benden habersiz bir şekilde evime girebilecek hizmetliler ve o hariç başka kimse de yoktu.
"Gerekiyordu ama beni tanıyorsun, bugün işinin olmadığını duydum ve buradayım."
Kaldığım sayfanın numarasına bakıp kitabı yavaşça kapattım, dudaklarımdaki küçük gülümseme eşliğinde ona baktım. "Bir alfa olduğuna hâlâ inanamıyorum," diye mırıldandım. Yerinde başka bir alfa olsaydı gururunu böylesine ezdiğim için boynumu parçalamaya kalkacağını biliyordum ama o bunu yapmazdı. Her ne kadar bu şehre geldiğim gün koca bir kurt halinde yolumu kesip beni korkutmuş olsa da şimdi burada en yakın gördüğüm kişi oydu. "Bu bölgeye o kadar çok giriyorsun ki bir elf olduğunu düşündürebilirsin, Suho."
"Ah, endişelenme. Herkes senin için kuyruk salladığımı biliyor."
Dudaklarında muzip bir gülümseme oluştu, kahverengi ve gergin kuyruğunu gerçekten de hafifçe salladı ve bu beni gülümsetti. Bana doğru uzandığında yüzümde hissettiğim dudaklar dudaklarımın kenarına kapanıp oraya yumuşak bir öpücük bıraktı.
Buna hâlâ alışamamıştım, yaşamaya devam etmeye alışamamıştım ama yaşamak zorundaydım ve kendimi etrafa sevdirmek için çabalayıp dururken bir yandan da yalnız kaldığım her anda gözyaşlarına boğulmak beni mahveden bir süreç olmuştu. Hâlâ oluyordu ama bu kurt bana öyle çok destek olmuştu ki onu reddedecek gücü kendimde bulamamıştım. Fakat o öpücükten daha ileri geçmesine izin verecek gücü de bulamıyordum, bu hale gelmemiz bile üç yılı bulmuşken çok daha fazlasını hak ettiğini bildiğim halde kendimi başka birine açamıyordum. İncitilmeye öyle çok alışmıştım ki böyle değer görmem gerçek olamazmış, sonrasında canımı çok yakarmış gibi geliyordu ve ne zaman bunun bir daha olmayacağını kendime söylesem anılarla dolu rüyalardan çığlıklar eşliğinde ağlayarak uyanıyordum.
"Sana çiçekleri koparmaman gerektiğini söylemiştim. Şuna bak, her yeri de salya yapmışsın."
"Ne çok şikayet ediyorsun," Bal rengi gözleri kısılırken kıkırdadı. "Ama onları sevdiğini biliyorum."
Aslında çiçekleri bahçelerden koparmadığını, şehrin dışındaki dağlardan yabani çiçekler bulduğunu ve yol boyu dalları sivri dişleri arasında, ağzında taşıdığını biliyordum. Üstelik evet, bu çiçekleri almayı da seviyordum ama benim için uğraşması içimde bir noktaya çok suçlu hissettiriyordu. Sanki mutlu olmaya, sevilmeye hiç hakkım yokmuş gibi, hayatım boyunca bir şeytanın üzerimdeki gölgesi ile yaşamak zorundaymışım gibi. İşte tam olarak böyle hissettiriyordu çünkü içimdeki o nokta beni suçlu görmeyi bırakmıyordu. Sevdiğim, benim için çabaladığını gördüğüm birini öylece ardımda bıraktığım için, onu anlamayı denemediğim için başka birinin çabasını nasıl kabul edebildiğimi sorup duruyordu.
Oysa bilmiyor muydu; bana dokunan sıcak ve nazik dudakları hissettiğim her anda bedenim başka biri tarafından öpülmek istiyordu. Şimdi çok, çok uzakta, yıllarca ve binlerce anı uzakta olan biri tarafından...
"Sehun?"
Dudaklarımı ısırıp başımı eğdim, nefesimi yavaşça dışarı verip gözlerimi kendi bacaklarıma çevirdim. "Özür dilerim..." Bunun beni rahatsız ettiğini böyle çok belli edip onu kırmaya ne hakkım vardı?