*
54|Ölü Olduğu Kadar Ölümcül
Bir gece gören olduğumun kesinleştiği gün bundan iki yıl öncesiydi, henüz Aelkor'a geleli bir yıl olmuş yada olmak üzereyken bedenimden daha çok çökmüş, yorulmuş zihnimle pes etmiş ve kendimi yeteneklerinin farkında olan bir büyücünün yanında bulmuştum. Bana bazı rüyalarımı kontrol etmeyi, bazılarını ise tamamen durdurmayı öğretmesi fazla zor olmamıştı ama tek bir kişi vardı ki onun enerjisini zihnimden, bedenimden atmaya ne benim gücüm yetmişti ne de büyücünün, bu yüzden de canımı acıtan, ruhumu yakan, beni gözyaşları içinde bırakan rüyalarımın çoğu devam etmişti.
Sıcak dudakların tenimde gezdiğini, soğuk parmakların bedenimi okşadığını ve beni sevdiğini, benimle seviştiğini gördüğüm pek çok gecenin yanında bazen ay ışığı altında beni kovalıyor, beni kırıyor ve hatta neredeyse öldürüyordu. Kollarımın arasında durup kendisini sıkarak ve hatta acıyla inleyerek kül kokusu eşliğinde ağlamamak için çabalayışları, korkunç ama bazen de, hiç görmemiş olsam da beni itip bu defa bembeyaz saçları altında hıçkırarak ağlayışları... Bazen de beni bu şekilde ölmekten çok daha beter hissettiriyordu.
Ve Tanrı'm... Bunların gerçek olmadıklarını bilsem de ona sarılmayı öyle çok istiyordum ki...
Bunu yapamayacağımı, artık yapmamın mümkün olmadığını bildiğim günlerde defalarca kez yeniden ve yeniden kendimi ayağa kalkmaya zorladım. Ayağa kalkıp kendimi korumak için güçlü durdum, sık sık onu aynı şekilde hatırlamak istedim ama ben engelleyemeden boyum uzamaya devam etti, bir noktada artık yanımda nasıl durduğunu hayal edemez oldum. Uzadım, kilo aldım, güçlendim; bana verdiği kılıcı rahatça kullanabilecek kadar güçlendim ama kınının içinden bulduğum, aslında geride kalmış olması gereken küçük yüzüğü taşıyabilecek gücüm hiç olmadı.
O yüzüğü taşıyamadım ve hatta bir gece, gökyüzü yıldızlarla ışıl ışıl parlıyorken ve ılık esinti saçlarımın arasında geziyorken onu tüm gücümle ormanın içinde hiç göremediğim bir yere fırlattım ama aynı gece gün doğmadan önce kendimi bana yardım eden tek kişinin, kurtların alfasının kapısında buldum ve ona yüzüğümü bulması için yalvardım.
Başkasına ait olan ama benim bedenimde, beni yaşatan bir kalple hayatıma devam etmeyi de böyle öğrendim. En azından denedim...
Jongin'i görmeyi bırakalı 3 uzun yıl olmuştu ama onu düşünmeyi hiç bırakamadım, kendisi kaybolmuş ve gölgesini üzerimde bırakmıştı. Pek çok açıdan, en başta da çıkarıp geride bıraktığım yüzüğü aslında geride bırakmadığımı gördüğümde başlayan böyle bir zincir içerisinde kalbimi esir almıştı. Gördüğüm her yeni manzarada, Aelkor gibi yeşil bir şehirdeki her ağaçta ve yeşeren her dalda, kabuslarımda ve rüyalarımda, üzerimdeki gözleri her hissedişimde her zaman o da benimle birlikteydi. Ona kızgındım, ondan nefret ediyor ve onu seviyordum. Kendime daha çok kızgındım, kendimden nefret ediyordum; geri dönüp onu bir kez olsun dinlemediğim için kendimden nefret ediyordum ama gidersem oradan yeniden ayrılabilir miyim hiç bilmiyordum bu yüzden acıya, pişmanlığa ve korkuya saplanmış bir halde boğularak yaşıyordum.
Şimdi ise, belki buraya gelen Jongin değildi ama onu benden çok daha iyi bilen biriydi ve farkındaydım ki sorularımın pek çoğuna cevap verebilirdi. Hala çok korkuyordum, bir esir değildim ama geçip giden zamanı izlemek dışında bir şey yapamazdım ve gözlerimi sımsıkı kapattığımda her şey aynı kalır sanmıştım ama öyle olmadı, perinin sözleri kalbimdeki sızlayan çatlaklar açılmış, parçalanmış gibi hissettirdi. Gözlerimi açıp titreyen bakışlarla ona baktım, hiçbir şey anlatmadığı halde getirdiği anılar bile beni mahvetmişken nasıl katlanacaktım bilmiyordum. Kaçtığım her şeyin bir an önce olup bitmesi belki de en iyisi olurdu, canımı öyle hızlı yakardı ki acıdığını hissetme şansı bile bulamazdım. Bu umuda tutundum.