Uyuduktan sadece 3 saat sonra gözlerimi açmış olmam bile, benim için büyük bir nimetti. Çünkü neredeyse 9 gündür, bir saatten fazla uyku nasip olmamıştı. Güneşin doğmaya yakın olduğunu, havanın kızıl karanlığından anlamıştım. Ürkütücüydü. Havanın rengi, bana tek bir şeyi bu kadar net hatırlatabiliyordu.
'Ölüm.'
Şah damarımdan da yakın olan bu kelime kendini yine belli etmişti. Yaklaşık bir saattir gözlerimi hiç ayırmadan tavanı izliyordum. Kaburgamda hissettiğim ani sızı beni hareketsizleştirmişti. Şu an o kadar çaresizdim ki kendimden nefret ediyordum. Odanın kapısının açılmasıyla gözümde akmaya uzun süredir direnen yaş kendini bırakıverdi. Annem uyanık olduğumu görünce yavaş adımlarla yanıma gelip, yatağın kenarına otururken tedirgindi. Hala en ufak bir hareketim söz konusu değildi. Annem, ufak bir hareketle gözümdeki yaşı sildiğinde, kendi gözündeki yaş da serbest kaldı.
''Doktorun, aradı.'' diye başladı söze, ardından derin bir nefes bıraktı. Devamında ne geleceğini biliyordum. Doğrularak oturur pozisyona geçtim ve gözündeki yaşı yavaşça sildim. Ağlamamak için derin nefesler aldığının farkındaydım.
''Biliyorum, annecim. Ağrılar, kızarıklıklar,sertlikler.. Hepsi kendini tekrar göstermeye başladı. Ama ağlama, ağlamak yok. Hatırlıyor musun? Babam bize ağlamakla geçmez savaşmakla geçer derdi. Ağlama.''
Kaburgamda kendini tekrar hatırlatan sızı yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Gerçekten çekilmezdiler ve dünkü yorgunluğum bunun üstüne tuz biber olmuştu. Anemin konuşursa ağlayacağını biliyordum, o da susmayı tercih ediyordu zaten.
"Baban yanında olabilseydi keşke." Ne kadar da masumane bir cümleydi. Oysa hayatta en nefret ettiğim iki şeyden biriydi; keşke. İnsanların özür dilemeleri ve keşke demeleri, benim için gerçekten saf bir öfke nedeniydi. Çünkü dünya üzerindeki en gereksiz şeylerdi. Kendime hakim olamayarak "Ama olamaz, bunun için elimizden gelen hiçbir şey yok." diye çıkışmam biraz olsun onu kendine getirmişti. Anneme hak veriyordum. Çünkü babam ben o hastane odalarında sürünürken, yapmadığı fedakarlığı bırakmamıştı. Aklıma gelen hafif bulanık görüntülerde, kır saçlı orta yaşlarda, doktorun önünde duran bir sürü kağıtla cebelleşip bir şeyler mırıldanması vardı.
'Ewing Sarkoma' 11 yaşındayken doktorun ağzından dökülen bu kelimeler, babamın gözünden akan iki damla yaşla ödüllendirilmişti. Ben anlamlandıramadığım bu yabancı iki kelimeyi düşünürken, doktorun "Kemik tümörü kanseri bu yaşlarda neredeyse hiç görülmeyen bir hastalık.." dediğini hatırlıyorum. Kanser, tümör.. Bunlar 11 yaşındaki bir çocuğa o kadar uzaktıki, sadece deri koltuğun üstüne çıkıp babamın daha önce hiç görmediğim gözyaşlarını silmek bana mantıklı gelmişti. Ben babamın gözyaşını silerken, onun dikkatle doktoru dinlemesi, anlamasamda beni de dinlemeye sürüklüyordu.
"Hastalığın üç evresi görülüyor, şanslıyız ki tatlı kızımız birinci evrede. Hemen tedaviye başlamamız hepimizin yararına olur." Beynime kazınmış bu laflar, belkide hala beni ayakta tutan şeylerdi. Annemin beni hafifçe sarsmasıyla ayrıldığım anılar, gittikçe hissizleşmeme neden oluyordu. Ne kadar aciz olduğum konusunda iç sesime bir kez daha hak verirken, annemin söylediklerini anlamamıştım. "Efendim?" demekle yetindim. "Bugün bir kontrole gitsen diyorum, hani belki bir gelişme vardır." Sesindeki umut nedensiz bir şekilde beni gülümsetmişti. 11 yaşından beri, tam 8 senedir bu hastalıkla savaşırken, yanımızda olan tek şey her zamanki gibi umuttu.
"Bugün psikolog randevum da var zaten, Erem Hanıma da uğrarım ordan." İsteksiz bir şekilde yaptığım bu programa mecburdum. Zaten son projemi sunduktan sonra, okul için kendime bir hafta tatil vermiştim. Bu ara zaten önemsiz derslerdi. Annemin onaylar gibisinden bir şeyler söylemesi üzerine, yataktan kalkarak banyoya gittim. Aynaya bakmak gerçekten zulüm gibiydi benim için. Ruh gibi soluk olan tenimle tezat oluşturan mor-siyah gözaltlarım ortaya muhteşem(!) bir görüntü çıkarıyordu. En azından vampir olmadığıma içten içe inanmak istiyordum. Saçma-sapan düşüncelerden sıyrılıp, elimi yüzümü defalarca soğuk suyla yıkadım. Kendime gelmem için sert bir kahve gerektiği, benim gibi bir tiryaki için belli oluyordu zaten. Mutfağa gidip kahvemi elime almamla beraber aklıma Enis'in dün gece yanıma geldiği dank etmişti.
"Anne dün gece Enis benim yanımdaydı, ne ara gitti." Fincanı elinden bırakıp yüzüme baktı.
"Zaten çok az uyuyorsun o da rahatsız etmek istememiş, sen uykuya dalınca benim yanıma geldi." Kardeşim, canımın parçası her zamanki gibi düşünceliydi. Sessiz kalmamdan ötürü rahatsız olmuş olacak ki konuşmaya başladı.
"Dün neydi o halin kızım?" Gerçekten konuşmak hayatta en nefret ettiğim şeylerden biriydi ve buna mecbur kalmak, ahh.
"Babamın yanındaydım." bu açıklama yeterli olur umarım diye düşünürken, konuşmaya başlaması.. Huzursuz bir homurtu bıraktım.
"Tarık ile konuştuk, dün. İnci, Berke her kimse seni üzmesine izin verme. Olur mu güzel kızım?"
"Anne, bir sorki Berke umrumda mı?"
"Ama anlaşılan sen onun umrundasın."
"Anne, kapatalım bu konuyu artık tamam mı?" Berke meselesi artık çok fazla canımı sıkmaya başlamıştı. Adını bile duymak istemiyordum. Kahvemin hafif soğuk oluşunu fırsat bilerek kafama diktim. Kocaman kupayı masaya bırakırken, annemin yanağını öptüm.
"İnci'm, kuzucum benim, hani bir arkadaşın olsa fena olmaz. Neden kimsenin sana yaklaşmasına izin vermiyorsun?"
"Takma kafaya Emval Sultan. Kanser hastası birinin sevgilisi olmayı kimse istemez. Emin ol, her an ölümün kıyısında dolaştığımı bilseler bana bağlanmazlardı."
Son cümlemi de çaresiz bir ses tonuyla söyleyip, odama doğru yöneldim. Merdivenlerden çıkarken, bugünlük kendime acıma seansımı gerçekleştiriyordum. Aslında ben bencildim. Etrafımdakileri kendimden uzak tutmam gerekirken.. Bana bağlanmalarına izin veriyordum. Tanınan biriydim çok arkadaşım vardı ama dostum olan kişiler seçiliydi. Gerçi Armağan'a kanser hastası olduğumu ilk söylediğimde, her zaman yanındayım demişti. Ahh benim canım arkadaşım, bir tanem. Belkide başörtünün en çok yakıştığı insandı o. Nur yüzlüm diye takılırdım ona hep. Şimdi uzakta olmamız en büyük haksızlıktı.
Odama girdiğimde, salaş siyah bir kazak ile koyu renk kotumu üzerime geçirdim. Saçlarımı yandan sıkı olmayan bir örükle geçiştirdikten sonra, spor ayakkabılarımı giydim. Merdivenlere geldiğimde hep özleminde olduğum zıplayarak iniş aklıma gelmişti. Ama yapamazdım. Ani haraketler her zaman için tehlikeliydi. Hele ki hızlı koşmak, ama dinliyor muydum? Hayır. Yavaş yavaş merdivenlerden indikten sonra anneme el salladım. Ceketimi üzerime geçirip kendimi sokağa attım. Aslında hastane yakın değildi ama en azından yürüyebildiğim kadar yürümek istiyordum. Saate baktığımda dokuzu geçiyordu. Psikopat psikoloğuma gitmek için 2 saatim vardı. Psikoloğum gerçekten benim adıma hiçbir şey yapmıyordu. Aslında hiç şikayetçi değildim, her randuvuda beraber iki buçuk saat boyunca susardık. Gerçek terapi buydu bana göre. Memnundum halimden. Yorulduğumu hissettiğimde, otobüs durağına yöneldim. Çok beklememe gerek kalmadan gelen otobüs için şükredip, kendimi içerisine attım. Koltuklara doğru yöneldiğimde hepsinin dolu olduğunu görmek.. Gerçek hayal kırıklığı.
"Hanımefendi, lütfen buraya oturun." arkadan gelen sese yönelmemle Erim'i görmüştüm. Sınıf başkanımız Erim Bey.
"Teşekkür ederim, Erim."
"Zenginlikleriyle tanınan Rutkay'ların. Biricik kızı İnci Rutkay Otobüste yakalandı."
"Zevzek olduğunu hatırlatmama gerek var mı, yoksa zaten biliyor musun?"
"Tamam, tamam bir şey demedim."
"Ee, senin şu ikizin nerede?" İkizim Tarık'tı, sürekli beraber takıldığımız için ikiz derlerdi bize. Herkes ikiz olsak bu kadar beraber olamayacağımızı söylerdi. Açıkçası kimsenin ne düşündüğüyle ilgilenmiyordum.
"Bilmiyorum." diye geçiştirdim Erim'i. Erim gerçekten çok sevilen ve tanınan biriydi. Onun laflarını herkes önemserdi. Tabi bir de Sırma ile olan belirsiz ilişkileri vardı. İkisi de birbirini seviyordu ama cesaret edipte açılan yoktu.
Hastaneye yaklaştığımızı görünce ayağa kalkıp 'dur' butonuna bastım. Durakta durduğumuzda, Erim'in de benimle inmesine şaşırmıştım. Beraber sesizce hastaneye doğru yönelirken sessizdik. Ama Erim'in yüzünü kaplayan kederli ifade dikkatimden kaçmamıştı. Tamam bu kadar acımasız değildim, neden böyle olduğunu sorabilirim en azından.
"Hey senin neyin var böyle?" Kibar olduğumu söyleyen olmuş muydu? Yani öyle bişey söyleyen varsa kesinlikle yanılıyor.
"Umrunda mı?" Ah hadi ama herkes bunu yapmak zorunda mı. Ben umursamaz değilim! Diye bağırma isteğimi bastırıp, sorusunu yanıtladım.
"Hiç olmadığı kadar." Gerçekten merak etmiştim. Tamam çok konuştuğu için Erim'den haz etmiyor olabilirdim ama o benim arkadaşımdı. En önemli kısım ise umursamaz değildim!
"Babam burada kalıyor." dedi, nöroloji kliniklerinin olduğu kısımı gösterirken.
"Onu görmeye geldim." Babam derken, yüzünde alan o sevgi hoşnutluğu canımı yakmıştı. Ama acı bir tebessümle sonlandırdığı cümlesi 'beni konuşmaya' teşvik etmişti. Ne kadar işe yaramayacağını bilsem de "Geçmiş olsun, kardeşim. Umarım en kısa zamanda eskisinden de iyi olur." diye mırıldandım, en telkin edici sesimle.
"Saol." Başımı rica ederim gibisinden eğdiğimde gülümsemesi büyüdü.
"Bazen erkek gibi olduğunu düşünmüyor değilim, İnek."
"Heyy, öncelikle ben inek değilim. İkinci olarakta böyle olmayı seviyorum."
"Tabi, sınıf birincisi olan da benim zaten."
"Uzatma, Erim. Çalış seninde olur." Hıhı der gibi gülümseyişlerinden birini gönderince saate baktım.
"Gitmem lazım, babana sağlık dileklerimi ilet." Hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladığımda arkadan gelen cümle ile gülümsedim.
"Ama sen niye burada olduğunu anlatmadın!?"
"Boşversene." diye yüksek sesle cevap verdim, hala arkam dönük uzaklaşırken.Onkoloji bölümünün önüne geldiğimde, zaten randevum olduğundan direk doktorun odasına yöneldim. Kapıyı çalarak komut beklemeden içeri girdim.
"Bugün de ölmedim, hancı."
"İnci bir öğretemedim sana adımı." diye sitem ederken, siyah saçlarını karıştırdı. Doktorum gerçekten yakışıklı bir adamdı aynı zamanda genç ve başarılı olduğu kısmınıda es geçmek olmazdı.
"Ben sana böyle seslenmeyi seviyorum."
"Neyse, boşver. Nasıl hissediyorsun?
"Hissetmiyorum." basit, anlaşılır ve dünya üzerinde en çok hoşuma giden kelimeydi.
"Tamam, sormam hataydı zaten."
"Şu kızarıklıklar, daha belirgin olmaya başladı. Bir de kaburgamda aşırı hassasiyet oluştu."
"Ameliyat için biraz daha beklememiz gerekiyor. Vücudun aşırı duyarlı bu yüzden ilaçlar biraz da olsun işe yarıyor." Ve yine aynı zırvalıklar..
"Tedavisi olmayan bir hastalık için neden uğraşıyorum ki?"
"Ameliyat olucaksın, İnci. Elimden geleni yapıyorum. Biraz da sen çabalasan nasıl olur?"
"Biliyor musun? Bu kahrolası hastalıktan nefret ediyorum." Çıkışa doğru yöneldiğim de arkamdan gelen ses bütün sinirimi yerle bir etmişti.
"Bende nefret ediyorum. Senin hergün ellerimin arasından biraz daha kayıp gidişini gördükçe mahvoluyorum. Seni kaybetmekten korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmuyorum. Çünkü.."
Devam ettirmesine izin vermeden, kapıyı sertçe açıp dışarı çıktım. Devamını biliyordum. Olmamalıydı, bir kişinin daha bana bağlanması. Lanet olsun! Hızlı adımlarla yürürken hastaneden çıktığımı, serin havanın yüzüme çarpmasıyla anladım.
Otobüs beklemek istemediğim için ne kadar nefret etsem de kendimi bir taksiye attım. Sevgili psikoloğum(!) Erem Hanım'ın adresini verdikten sonra kafamı geriye atıp, gözlerimi kapadım. Hadi ama bunu bana yapamazdı. O benim doktorumdu, o çok ama çok yakışıklı olan bi doktordu sadece benim için. Tamam bazen beraber birşeyler yapardık. Ama hiçbir zaman duygularını bana hissettirmemişti. Yaş farkı umrumda değildi ama ben ona karşı hiçbir zaman başka duygular beslememiştim. Olmazdı da ben aşık olamazdım. Aşık olursam hayata tutunurdum. Tutunmak istediğim de söylenemezdi. Taksi sarsılarak durduğunda ücreti fazlasıyla ödeyip inmiştim. Tamam psikoloklarla bir derdim yoktu ama biraz fazla şüphecilerdi. Ve bu hoşuma gitmiyordu. İsteksiz adımlarla kliniğe yönelirken, cebimde bir eksiklik hissediyordum. Ahh tabi ya telefonumu unutmuştum. Zaten fazla kullanmadığım için gözüme de batmamıştı. Boşvererek kapıyı doğru ilerledim. Sekreter başıyla onayladığın da kapıyı çalmadan içeri girdim.
"Hoşgeldin, İnci." Kafamla onaylar işareti yaparken siyah deri koltukta bağdaş kurdum. Kafama geriye atıp gözlerimi kaparken içimden lütfen konuşmasın diye yalvarıyordum.
"Daha ne kadar böyle sürecek?" Anlamayan gözlerle ona bakarken, "Ne, ne kadar daha böyle sürecek?"
"Üç yıl, 2 ay, 1 hafta, 4 gündür susuyorsun."
Boşuna psikopat demiyordum ben bu kadına gerçekten takıntıları vardı. Tamam benimde vardı ama böyle saçma şeyler değildi an azından.
"Susmak güzel, sessizlik güzel." mırıldanmam kulağına ulşatığında gülümsedi.
"Tamam susalım o zaman."
"Aslında susmuyoruz, sessizliği dinliyoruz."
"İnci, bazen neden felsefe okumadığını cidden düşünüyorum."
"Fazla düşünmek, insanı intihara sürükler."
"Sen zaten çok fazla düşünüyorsun."
"Ben çoktan intihar ettim zaten, Erem Hanım. Şimdi susacak mısınız?"***
Erem Hanım ile susarak geçirdiğimiz iki saat otuz yedi dakika kırk dört saliselik seans sonucunda, evime gelebilmiştim. Saat ikiye gelirken babamın yanına gitme isteğim artmıştı. Daha dün orada olmama rağmen şu an çok özlemiştim. Hastane kokulu kıyafetlerden kurtulup kısa bir duş aldım. Çıkınca hemen giyinip telefonumu buldum. Açtığımda bir sürü arama ve mesaj vardı ama hiçbirine bakmadan cebime sıkıştırdım. Daha fazla vakit kaybetmek istemediğim için bir taksi çevirip mezarlığa gitmek istediğimi söyledim. Adı geçince bile insanların ürperdiği ortam benim için huzur kaynağıydı sanki. Mezarlıktan korkanları da hiçbir zaman anlamıştım zaten. Nemli saçlarım boynumu rahatsız edince, cebimde bulduğum tokayla dağınık bir topıuz yaptım. Uğraşlarımın sonucunda gür saçlarım toplandığı için derin bir nefes vermiştim. Taksi durduğunda ücreti verip, üstünü beklemeden indim. İlk defa bu saatlerde buraya geliyordum, çok tenhaydı. Biraz da fazla serindi. Ceketime sokularak babamın mezarına doğru yürüdüm. Tabi mezarın yanı başında, yere çökmüş bir genç adamı görmeyi beklemiyordum. Elinde tuttuğu orta kalınlıktaki bir kitaptan birşeyler okuyordu. Biraz daha yakınlaştığım da gördüğüm gözler içimi titretirken şaşkınlıktan açılan gözlerim, onun sertçe karşıma dikilmesiyle kısa bir anlığına kapandı. Açtığımda ise mavinin en koyu, en güzel tonu olan lacivertler anlayamadığım türden bir sinirle bakıyordu.
"İnci Azem Rutkay, Merhaba!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FISILTI
Novela Juvenil''Toprak neden bu kadar güzel kokar ki?'' Diye bir soru yöneltti bana, yanında beklenti dolu kocaman mavi gözleri ile. Canımı yakmıştı fark etmedi, ben de fark ettirmedim. Dilimin üzerinde dökülmeye hazır kelimeleri bekleterek, bir daha doldurdum c...