"Sanırım bu işinde part time çalışıyorsun?"
Yaklaşık 5 dakikadır kağnı gibi bir hızla yolda yürümeye devam ediyorduk. İkimizde çekingen çekingen yürürken yine ortamın havasını bozan yakışıklı polis memurumuz olmuştu.
"Evet, okuyorum aynı zamanda." önüme bakarak konuştum. Şuan bu durum benim için hiç de kolay değildi. Hafiften etrafımdaki her şey dönüyor ve kulaklarımda bir basınç hissediyordum. Fakat her zamanki gibiydi bu yüzden biraz da olsa katlanabiliyordum. Alışıyordu insan bir süre sonra.
"Hangi bölümde okuduğunu sorabilir miyim?"
Gerçekten nazik birisiydi. Polis memurlarının bu kadar nazik ve düşünceli olduklarını bilmezdim. Ya da bu böğürtlene özel bir şey olmalıydı. "Konservatuvar." dedim oldukça sakin bir tonlamayla.
"Waoow çok yetenekli olmalısın." Çılgın bir ses tonu çıkardıktan sonra kıkırdamaya başlamıştı ve yüz halini gördüğüm an bende ufak bir kahkaha atmıştım. Lakin onun yanındayken insan güldüğünde kendini dünyanın en çirkini gibi hissediyordu. Yanağındaki çukurlar, gülünce sonuna kadar kısılan gözleri, dişleri ve yüz hatları. .. Gerçekten mükemmeldi. Bir süre yüzünü inceledim. Neyse ki bunu ona çaktırmamıştım.
"Sen nasıl karar verdin polis olmaya?" diye saçma sapan bir soru attım. Ortamın havasının değişmeye ihtiyacı vardı. Yoksa onu izlerken yakalanacak ve rezil olacaktım.
"Küçüklükten beri polislerin havalı olduğunu düşünürdüm. Bu yüzden polis oldum sanırım."
'Gerçekten çok yaratıcı bir olaymış' diye geçirdim içimden. O bana her seferinde çok fazla sorular soruyordu ve bende sormam gerekiyor gibi hissettiğimden aklıma ne gelirse soruyordum. Yani çoğunluk olarak boş sorulardı. Çünkü bu durumda kimseyi tanımak ve hayatıma yeni insanlar almak istemiyordum. Bu en son isteyeceğim şey olurdu.
"Kaç yaşındasın? Sana 'hyung' mu demem gerekiyor?" Sanki her gün beraber olacaktık, bu ne biçim soruydu?
"25 yaşındayım ve nasıl rahat hissedeceksen öyle seslenebilirsin." dedikten sonra sıcak bir gülümseme sunmuştu. Bunu yapmayı bırakmalıydı. O gülümsedikçe ben sanki ona kapılıyordum. Ve hiç hoş değildi.
"Sen hep böyle ters misin?" diye sordu hafif kıkırdayarak. Önüme döndüm ve alaylı bir gülümseme bıraktım. Ortam biraz daha sıcak bir havaya kapılmıştı. Ne kadar çekingen davransam da onun yanındayken ancak bu kadar başarmıştım.
"Sadece uzun bir süredir canım sıkkın." dedikten sonra çantamın saplarından tutarak yoluma devam ettim. "Fark etmiştim. Sakıncası yoksa sorabilir miyim?"
Çekindiği belliydi ama merak da ediyor gibiydi. Durup ona 11 aydır hasta olduğumu, asla ilaçlarımı düzgün bir şekilde almadığımı ve böyle devam ederse bunun ciddi bir boyut alacağını anlatmayacaktım.
"Sanırım burda yollarımız ayrılıyor. İyi akşamlar." dedikten sonra ilk aradan sağa döndüm. Onu orada öylece bıraktığım için tabii ki üzgündüm. Onunla yürümek iyi gelmişti. Fakat ona anlatamazdım veya boşu boşuna yalan söylemek ya da kalbini kırmak istemiyordum.
_____
Eve geldiğimde Yeosang'ın salonda uyuyakaldığını gördüm. Çantamı kenara bıraktım. Açılmış üstünü örtmek için hareketlendiğimde bir şeyler mırıldandığını duydum. Kötü bir şeyler olduğuna emindim. Uyandırmak istedim. Kabus da görüyor olsa uyanmalıydı.
"Yeosang, Yeosang uyan!" diye bağırıp sarstıktan sonra sıçrayarak uyanmıştı. Soluk soluğa kalmış ve terlemişti. Hemen su getirip içirdim. Biraz olsun ayıldığında nefesi düzene girmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vertigo | woosan ✓
Fanfiction"Ö𝒍𝒎𝒆𝒌 𝒊𝒔𝒕𝒆𝒎𝒊𝒚𝒐𝒓𝒖𝒎 𝒔𝒆𝒗𝒈𝒊𝒍𝒊𝒎. İ𝒏𝒂𝒏 ö𝒍𝒎𝒆𝒌 𝒊𝒔𝒕𝒆𝒎𝒊𝒚𝒐𝒓𝒖𝒎 𝒂𝒎𝒂...𝒂𝒓𝒕ı𝒌 𝒈ü𝒄ü𝒎ü 𝒌𝒂𝒚𝒃𝒆𝒅𝒆𝒃𝒊𝒍𝒊𝒓𝒊𝒎."