Siparişleri iş arkadaşıma verirken diğer müşterilerle ilgilenmek için kendi alanıma döndüm. Yaklaşık üç hafta olmuştu bu kafede çalışmaya başlayalı. Neredeyse üniversite yıllarım hep böyle yarı zamanlı işle geçtiği için alışıktım koşuşturmaya. Fakat işler neredeyse bir yıla yakın bir süredir biraz daha farklıydı...
Yüzümden asla silinmeyen gülümsememle müşterilere ilgili davranmaya çalışıyordum ama bazen bu mümkün olmuyordu. Fazlasıyla zorlanıyordum. Hızlı eylemlerden uzak durmam gerektiğinin ne kadar farkında olsam da her şeyi okulum bitince gerçekleştirmek istiyordum. Önceliğim her daim okuldu. Son senemdeydim ve bir an önce bitirmek için her şeyi yapıyordum. Kendimi 11 aydır, hastalığımı öğrendiğim günden beri, yavaş tempoya alıştırmaya çalışıyordum. Bu pek mümkün olmuyordu. Her şeyi okulun sonuna ertelemiştim ama okul bittiği anda bir şeyler yolunda olacak mı orası bile belli değildi.
Hava kararmış ve kafedeki müşteriler azalmıştı. Üç masa dışında dolu olan bir yer yoktu ve bir süredir yeni müşteri gelmemişti. Jonghoyu - yanımda çalışan, yeni üniversiteye başlamış arkadaşımı- eve göndermiştim. Birkaç müşteriyle baş edebilirdim. Zaten onlar gittiği anda kafeyi kapatacaktım.
Yavaş yavaş boşalan kafe de son masaları da silmek için hareketlenmiştim. Elime bir bez alıp masaları silmeye başladım. Bir anda dünyam kararmıştı sanki. Başım dönmeye başlamış ve kulağımda çok fazla basınç hissetmiştim. Baş dönmem her zaman oluyordu. Sadece bu sefer ki daha şiddetliydi. Nasıl baş edeceğimi bir süre kestiremedim.
Ayakta kalamayacak kadar güçsüzleştiğimi ve dengemi kaybettiğimi anladığım an ayaklarım benden bağımsız olarak yere çakıldı. Boylu boyunca yere yığılmıştım ve kulaklarımı kapatmaktan başka yapabildiğim hiçbir şey yoktu. Kulağımdaki uğultular dinmek bilmiyordu.
Bana doğru gelen sesi zar zor duyuyordum. Hatta duyamayacak kadar yoğun ve boğuktu. En son gördüğüm şey bir çift şaşkın gözün bana korkuyla bakmasıydı.
____
"Çok teşekkür ederim." dedim nazik olmaya çalışarak, masada karşımda oturan genç adama. Üzerindeki kıyafetten anladığım kadarıyla bir polis memuruydu. Beni öylece yerde kıvranırken görünce yardım etmişti. Kısa süreli bir baygınlık geçirmeme rağmen şuan kendimi iyi hissediyordum.
"İsterseniz bir hastaneye gidelim. " diye öneride bulunsa da itiraz etmiştim. Nedenini gayet iyi biliyordum bu yüzden gerek duymadım. Önümde duran sudan bir yudum daha aldım.
"Bir ihtimal bir rahatsızlığınız olabilir mi?" Hemen itiraz ettim.
"Hayır, bir şeyim yok. Bazen oluyor böyle, iyiyim zaten şuan. " diye geçiştirmiştim karşımda bu kıyafetlerle oldukça havalı duran adamı. Gerçekten altı üstü bir polis kıyafetiydi, nasıl bu kadar çekici durabilirdi? Böğürtlen rengi saçları ile çok daha güzel gösteriyordu. Kısa sürede gözlerimle süzdükten sonra bu sefer o konuştu.
"Peki öyleyse ama ihmal etmemenizi öneririm. " Daha fazla iletişimimiz devam ederse onu fazlasıyla tersleyebilirdim bu yüzden konuyu değiştirdim.
"Siz sipariş için mi gelmiştiniz? Ne alacaktınız?" Sıkıntıyla nefesini verdi. Çok ciddi biri olduğunu düşündüm. Mesleği gereğiydi sanırım, alışmış olmalıydı bu tavra. Ne olduğunu anlamayarak ona baktım yüzümde oluşan yalandan gülümsemeyle. Aniden garson rolüme geri bürünmüştüm.
"Önemli değil, sanırım sende kafeyi kapatmak üzereydin. Daha fazla tutmak istemem seni." dedikten sonra ayağa kalktı. Tekrar baştan aşağı süzme fırsatım olmuştu. Kısa bir bakışmanın ardından bende ayağa kalktım. Kapıya doğru ilerleyecek iken arkasına döndü.
"Bu arada, ben Choi San, karşıdaki emniyet binasında çalışıyorum." sözü bittiği anda gözleri kısılana kadar güldü. Ben ise yanaklarındaki derin çukurlara odaklandım. Çünkü öyle güzel bir şeye takılmamak mümkün değildi. Bu sert ve keskin yüz hatlarının ardından nasıl böyle biri çıktığına şaşırmakla meşguldüm. Bir anda sevimli birisine dönüşmüştü. Şaşkınlığımı gizleyemedim.
Bir elimi önlüğümün cebinden çıkardım ve uzattığı elini sıktım. "Jung Wooyoung. Memnun oldum."
İnsanlarla tanışma konusunda zaten berbatken böyle birinin önünde ne kadar iyi olabilirdim? Gülüşü eskisi kadar derin olmasa da minik bir gülümsemeye bırakmıştı yerini.
"Bende memnun oldum. Bir sıkıntı olursa yakınındayım, biliyorsun." demişti. Ben ise o arada her bir detayına bakmakla uğraşıyordum. Karşımda ki yüzü derinlemesine inceliyordum. Bir süre bakışmanın ardından benden birkaç bir şey söylememi istediğini anlamıştım.
"Her şey için teşekkür ederim." Zorla gülümseyip tekrardan eski yüz ifademe döndüm, biraz da mahcupluk dolanıyordu suratımda.
"İyi akşamlar." dedikten sonra arkasını dönmüş ve çıkmaya hazırlanmıştı.
"İyi akşamlar." demiştim kelimelerin arasında duraksayarak.
Gerçekten iyi birine benziyordu. Hem de her şeyiyle. Çıktıktan sonra kalan işlerimi halletmiştim ama aklımdan böğürtlen kafalı adam çıkmıyordu. Ayrıca bir insan neden çocuğunun ismini 'dağ' koyardı ki? Aşırı saçmaydı. Artistik dursun diye de bu kadar uğraşmaya gerek yoktu açıkçası. Alayla güldüm.
Yoksa ilk görüşte aşk denen şeyi mi yaşıyordum, bunca zaman sonra? Tamamen saçmalıktı. Ergen bir velet değildim ya. Sadece büyüsüne kapılmıştım o kadar. Bir de bana yardım ettiği için böyle hissediyordum sanırım.
Dükkanı kapattıktan sonra kulaklıklarımı taktım ve durağa doğru yürümeye başladım. Şuan tek hayalini kurduğum şey eve gittiğimde en yakın arkadaşımın beni sıcak bir yemekle karşılamasıydı. Aklıma Yeosangla yaşadığım gelince bu hayallerim suya düşmüştü tabii ki. Kesinlikle eve vardığımda elinde bir kase tavukla beni karşılayacak ve almaya çalıştığımda da itiraz edecek ve de kendini odasına kilitleyecekti. Bunlar resmen günlük rutinimiz olmuştu. Küçüklükten beri süregelen şeylerdi. Yeo ile sekiz yaşından beri arkadaştık. Tabii buna artık arkadaşlık bile denemezdi, daha derin bir anlam taşıyordu.
Her zaman yanımda olmuştu, birbirimizi asla bırakmamıştık ve beraber üniversite okumaya Seul'e gelmiştik. Yeosang'ın resme her zaman büyük bir ilgisi vardı bu yüzden resim ile ilgili bir bölüm okuyordu. Elini tuvale değdirdiği an mükemmel şeyler çıkarıyordu. Ben ise tiyatro bölümündeydim. Dansa da büyük ilgim olduğu çok açıktı. Tabii sesimin iyi olduğu da su götürmez bir gerçekti. Genelde her zaman piyeslerin odak noktasıydım. Bu çok heyecan vericiydi. Üç sene çoktan geçip gitmişti. Okulumun bitmesine az bir zaman kalmıştı... aklıma gelen şeyle kafamı yasladığım koltuktan kaldırdım ve bir sonraki durakta inmek için hazırlandım.
Her şey günden güne zorlaşıyordu. Farkındaydım. Ne yapacağımı bilemiyordum, düşünmekten kendimi yiyip bitiriyordum. Bu da iyi değildi benim için. Stresten uzak olmalıydım ama asla mümkün değildi. Yaklaşık bir senedir deneyip de başaramadığım şeylerden biriydi stresten uzak durmak.. Okulum bitince her şeyle ilgilenecektim. Tedavimi de olacaktım. Umarım çok geç olmazdı. Umarım her şey geç olmadan halledebilirdim bu durumu.
"Tedavi olmazsan beyninde tümör bile oluşturabilir. Bu yüzden bir an önce ilaçlarını almaya özen göster."
Tam 11 ay önce söylenen bu sözler hala kulağımdaydı. Hiç çıkmıyordu aklımdan. Ama benim kaybedecek hiçbir şeyim yoktu.
En önemlisi de bir daha gerçekten ne zaman dans edebilecektim o bile belirsizdi.
İlk hikayemi de yayınlamış bulunmaktayım, umarım seversiniz ilerleyen zamanlarda sizi bomba şeyler bekliyor tqjjtfkaqrh
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vertigo | woosan ✓
Fiksi Penggemar"Ö𝒍𝒎𝒆𝒌 𝒊𝒔𝒕𝒆𝒎𝒊𝒚𝒐𝒓𝒖𝒎 𝒔𝒆𝒗𝒈𝒊𝒍𝒊𝒎. İ𝒏𝒂𝒏 ö𝒍𝒎𝒆𝒌 𝒊𝒔𝒕𝒆𝒎𝒊𝒚𝒐𝒓𝒖𝒎 𝒂𝒎𝒂...𝒂𝒓𝒕ı𝒌 𝒈ü𝒄ü𝒎ü 𝒌𝒂𝒚𝒃𝒆𝒅𝒆𝒃𝒊𝒍𝒊𝒓𝒊𝒎."