Kendimi utançtan zor zor toplayabilmiştim, sapık gibi onu seyir ederken, salak gibi balkondan aşağı düşüyordum. Toparlandığım an arkaya savrulan kollarımı öne doğru uzatıp zorla kendimi çatıya doğru çektim, beni bir anda çatının öbür tarafına çevirdi, tekrardan düşmemi önlemek için yaptığını anlamıştım, dengemi kurmamı bekledikten sonra montumu sıkı sıkı tutan ellerini serbest bırakmıştı
"İyi misin?" yüzüme bakmıyordu, bakmaması işime gelirdi, o baksa bile utançtan ben bakamazdım zaten ona. Kafamı salladım ve kendimden emin bir şekilde "Hangi gece içindi bu soru, 3 gün önce için mi?, bu gece için mi?" dedim. Yüzüme bakmamasından mı almıştım bu cesareti bilmiyordum, ama onunla birazda olsa konuşmak istiyordum, ona sadece 'İyiyim' deseydim büyük ihtimalle sadece bir kelime söyleyecek ve gidecekti.
Kafasını bana çevirip öylece suratıma bakmıştı, sanki yüzümde neden böyle konuştuğuma dair beni açık eden yazılar var gibi uzun uzun anlamsızca baktı, bense sadece ağlamaktan kızarmış gözlerine bakıyordum.
O gece onun ruhunda çakan şimşekleri görmüştüm, yağmur öyle hızlı yağıyordu ki sular seller taşmıştı gözlerinden, sele kapılan insanların çığlıkları dudaklarından duyuluyordu, her hıçkırık sonrası aldığı kesik nefes içinde ölen insanların aldığı son nefesin temsilcisiydi. Acı çekiyordu ruhu, bedenine düşen tek şeyse ağlamaktı, çaresi olmayan acılar için beden işkence çekerdi her seferde. Ruha bu kadar acı veren şey beyindi, bu yüzdendir insanlar acı çekerken ölmeyi diler, ruh bedenden çıkarsa acılardan uzaklaşır.
Cevap vermesini beklemem uzun zaman alacaktı, çok yersiz ve gereksiz bir soru sorduğumu anladığımda kafamı anlamsızca sallayıp "Şey öyle demek istemedim kusura bakma.. Teşekkür ederim hayatımı kurtardın, şu an iyiyim" dedim. İnsanlarla konuşmak pek benlik değildi, daha doğrusu hiç benlik değildi. İnsanlar arkaya tepip çıkmaması için her gece zihnime kramplar soktuğum binlerce soruyu acımasızca yüzüme vura vura soruyorlardı. Onlardan yıllarca kaçtım, bir tane bile arkadaşım olmamıştı hatta bu zamana kadar insanlarla kurduğum diyaloglar toplasan 100 ü geçmezdi. Her şeyim evime bırakılıyordu buna kıyafet, gıda, kişisel eşyada dahildi. Sanki o yeşil duvarlar benim tek kişilik hücrem, benim hakkımdaki kararları veren hakim annem, koğuş amirleri ise annemin getir götürünü yapan bir kaç tanımadığım insanlardı. Evden çok uzaklaşmak zorunda kaldığımda anneme kısa bir mesaj atıyordum ve yarım saat sonra eve benimle dışarı çıkacak olan bir kadın geliyordu, haber vermeden bir yere çıktığımdaysa uyarı dolu mesajlar alıyordum. Dışarı özgürce geceleri çıkabiliyordum, kendimi o villanın çatısına bağlamıştım resmen, başka gidecek bir yerim yokmuş gibiydi, sanki o villa gitse tamamen boş sokaklarda gidecek başka bir yerim olmayacaktı.
İnsanlara karşı kendimi kapattığım her şeyi sanki o gece tanımadığım bir adam için açacaktım, ilk defa birisiyle konuşmak istiyordum, ilk defa bir şeylerde korkmuyor gibi hissediyordum.
"Sorun değil," dedikten hemen sonra isteksizce "ödeştik." diye devam etti. Şimdi ikimiz birden yüz yüze bakmayı kesmiş etrafı inceliyorduk, gitmek istiyor gibi duruyordu, bunu sanki enerjisiyle bana hissettirmek istiyordu ve bende bir şekilde hissediyordum. Gitmesini istemediğimi, birazcık da olsa yanımda kalmasını istediğimden başka içimden geçen hiçbir şeyi bilmiyordum.
Dönüp çatının en ucuna gidip boş araziye bakan tarafına ayaklarımı aşağı sarkıtıp oturdum, arkamı dönmedim kafamı gökyüzüne çevirdim ve "Gece... ne kadar huzurlu, kasvetli ve karanlık havasına rağmen dimi." dediğimde ayak sesleri duymamla gidiyor oluşundan şüphelendim ama arkamı dönmedim. Adımların tam arkamda durduğunu hissedene kadar gideceğini düşünüyordum.
"Hep böyle hayalperest birimisindir Eda, yoksa realistik düşünemeyecek kadar korkak mısındır hayata karşı." kulağıma doğru eğilip fısıltıyla dediğinde ayaklarımı havaya kaldırıp ona doğru döndüm, ayaklarımı yere basar basmaz gördüğüm tek şey arkasını dönmüş gidiyor oluşuydu korkuyla kekelemeye başladım "S-sen adımı....adımı nereden biliyorsun?" aklımdaki karmaşayı dışa vurmuştum sanki. Yolun yarısında bana döndü soluk bakışları bana özel değil de genel olarak böyleyim dermiş gibiydi, gözlerime bakıyordu, ışığa karşı durduğu için yine yüzünün her detayı gözler önüne seriliyordu, gözlerine bakamayacak kadar ürkek olsam da onlar sanki bedene ait tek şeymiş gibiydi, gözlerinden başka bedeninde o an bakabileceğim hiçbir şey bulamıyordum, çekiliyordu gözleri gözlerime sanki, ne ayırabiliyordum her bakışımda gözlerimi gözlerinden, nede başka bir yerine odaklanabiliyordum.
"O gece bayıldığında bir ara ayıldın, adını sordum ve söyledin, korkulacak bir gizem yok yani küçük kız. Görüşürüz." dedi ve öylece gitti, arkasından baka kalmıştım. Çatıdan balkon kenarına atladı, atladıktan sonra gözden kaybetsem de adım seslerini, balkon kapısının sürgü sesini ve tamamen ortamın sessizliğe bürünmesini dinleyebilmiştim.
Geri önüme dönüp aşağılanmış olmanın utancını tüm gece çekmemek için kafamı gökyüzüne çevirdim, sinirlenmemek adına yıldızları saymaya başlamıştım. Yıldızları birleştirip karşımda dikilen hayali bedene baktım. Boyu çokta uzun değildi 180 gibiydi, cılız vücuduna rağmen atletikti, yakışıklı değildi onda beni çeken şeyinde bu olduğunu hissettim, ikimizin de 'Sıradan bedenlere rağmen yıllarca işkence çekmiş ruhların, çirkinliği' vardı onda, bende olduğu gibi. ses tınısı ukala çocuklara benziyordu ama naif bir yanı da vardı, burnu hafif kemerlide olsa ince suratına yakışıyordu, dudakları dolgun ve şekilliydi.
Zaman çok çabucak geçmiş güneş doğmuştu bile, çatıdaki güneş soğuk havayı kırmıştı ısınmak için bir müddet daha orda oturdum, bütün gece soğukta düşüncelerimle savaşmıştım, güneşi hak etmiştim. İlk defa gece gerçek manada karanlıkta kalmıştım, aşağılanmanın hissi içimdeki her şeyi bastırmıştı ama karanlığı ve soğuğa karışan düşüncelerimi bastıramamıştı. Beni aşağılayan adamı tüm gece düşündüm, bu daha çok utanç veriyordu.
Açtım, üşüyordum ve üzgündüm bir kaç saat daha orda durup villadan çıkmıştım, sokaklar yine insanlarla dolmuştu, kafama montumun kapüşonunu geçirdikten sonra soğuktan hissizleşen ellerimi montumun cebine soktum, kafamı yere eğip insanlara bakmadan her zamanki yollardan geçtim. Eve bir sokak kala itfaiye ve polislerin önümden art arda geçmesiyle adımlarımı hızlandırdım, sokağın çıkışıyla beraber benim evimin yakınlarından çıkan dumanları görmemle korkuyla eve doğru koştum.
Öyle telaşla koşmuştum ki kolumu kavrayan ellerle beraber hızımı alamayıp ileri doğru savrulup, kalçamın üstüne düşmüştüm. Anlama kabiliyetimi kaybetmiş olayın şokundan başka bir olayın şokuna odaklanmaya çalışırken, kolumdaki eller bedenime yapışıp ağzımı kapattı, çırpınamamış sadece kapanan gözlerimle cayır cayır yanan yeşil duvarları izleyebilmiştim. Son olarak gözümden akmaya başlayan gözyaşlarını hissedebilmiştim. Karanlığa gömülen zihnimdeyse tek bir görüntü, alevlerin yuttuğu çocukluğum...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soyut Gece
Teen Fictionİki ruhun tek bedene karışan acılarının buluştuğu gözler. Acıyla kavrulan iki ruh. Eren Eraslan...koca siyah gözlerinde yaşayan geceden habersiz, ruhundaki sızıyla yaşayan yalnız çocuk. Eda Aydoğan...geceye muhtaç olan küçük kızı beslemeye adanmış...