Myles bundan önceki soyadını hatırlamadığı kadar önceydi bir soyisme sahip olduğu zamanlar. Sokaklarda kimse birbirine soyadını sormazdı hatta adını da sormazdı. Sokakta herkesin tek bir ismi vardı. Sokak çocuğu. Doğduğu gün annesini 6 yaşında ise babasını kaybetmiş ve o günden beri sokakları yatağı kabul etmişti. Ama şimdi bir soyismi vardı.
Myles anlamını bilmese de Dearg Du soyadının ağırlığını o günden beri hissediyordu. Yeni soyadına kavuştuğu günden bu yana bir ay geçmişti. İnsan lükse çabuk alışıyordu ve Myles da sanki doğduğundan beri bu evdeymiş gibi hissediyordu. Ara sıra alışverişe çıkıyor, bahçe ile ilgileniyor, yemek pişiriyor ya da ağaçlara tırmanıp kitap okuyordu.
Öyle böyle sürüne kalka da olsa liseden mezun olmayı başarmıştı ve bununla hiçbir zaman gurur duymasa da oldukça zekiydi. O zamanlar kitap okumaktan daha önemli işleri vardı. Hayatta kalmak gibi karnını doyurmak gibi ama artık bunlar için endişelenmesine gerek yoktu. Şimdi bambaşka endişeleri vardı.
Edebiyatla ilgileniyor, Eelsina'nın muhteşem kitaplığında saatlerini geçiriyordu. Ağacın dalında kitap okurken uyuyakalmıştı ve saçını çekiştiren yarasa ile kendine geldiğinde çöken karanlığı fark etmişti. Bazen gerçekten bir annesi var gibi hissedebiliyordu ama annesi Eelsina mıydı bu yarasa mı bir türlü anlayamıyordu. Yarasayı başından kovup ağaçtan inerken bir yandan da okuduğu satırları kafasında yeniden canlandırıyordu.
Büyük kapıdan içeri girdiğinde "Ben geldim" diye seslenmişti. Cevap alamayacağını bile bile her seferinde bunu yapmak evde tek kalmadığını kendine hatırlatma yöntemlerinden biriydi. Kafasını uzatıp Eelsina'nın hala aynı koltukta oturduğunu ve tek bir kasının bile hareket etmemiş olduğunu görmüştü.
Derin bir nefes alıp elindeki kitapları girişteki büyük meşe masanın üzerine koyup eline bir fırça alıp kızın oturduğu sandalyenin arkasına geçmişti. Eelsina'nın uzun gece siyahı saçlarını tutam tutam eline alıp taramaya başladığında bir yandan da okuduğu kitabı anlatıyordu. Uzun uzun kitaptan konuşup hoşuna giden cümleleri ona tekrarlamıştı. Eelsina'dan tek bir tepki alabilmek için o günden beri her gün aklına ne gelirse anlatıyordu. Saçlarını tarıyordu, ona yemekler yapıyordu. Bazen kitapları ona yüksek sesle okuyor bazen sanki onunla konuşuyormuş gibi sorular sorup kendi kendine cevaplıyordu. Ama hiçbirine cevap alamıyordu. Tüm gün o sandalyede gözleri kapalı ne düşündüğünü merak ediyordu. Saçlarını taramayı bıraktıktan sonra beceriksizce bir örgü yaparken "Bence biraz kesebiliriz saçlarını. Bunlar çok uzun. Örgü konusunda biraz daha çalışmam lazım galiba. Eelsina bu pelerinin değişmesi gerekiyor. Haftalardır üzerinde! Senin için yıkamamı ister misin? Artık çamaşır makinesini kullanabiliyorum yani banyoyu su basmayacak korkma" diye kendi kendine konuşuyordu.
Eelsina genç adamın saçlarıyla oynamasından hiç hoşlanmıyordu ama o bundan hoşlanıyor gibi duruyordu. Bu yüzden sesini çıkarmıyordu. Her anlattığını dinliyor, her hoşlandığı şeyi bir kenara not alıyordu. Genç adam işini bitirdiğinde tarağı bırakmış gelip Eelsina'nın karşısına koyduğu bir sandalyeye kurulmuştu. Böylece en azından onunla sessizliği paylaşıyordu.
Evde bir ses duymak iyi geliyordu Eelsina'ya. Canın acısını azaltıyordu. Gözlerini açtığında sandalyede oturan çocuğun uyuduğunu görmüştü. Eski halini üzerinden attıktan sonra artık bambaşka biri gibi görünüyordu. Yağlı uzun açık kumral saçları artık parlıyordu. Kirli yüzü temizlenmiş bembeyaz teni tüm o yılların verdiği pislikten arınmıştı. Uzun boyu ve yapılı vücudundan dökülen yırtık kıyafetlerinin yerinde artık pahalı marka kıyafetler vardı.
Eelsina yavaşça yerinden kalktığında genç adamın uzun saçlarından bir tutamın alnına düştüğünü ve ağzının yarı açık bir şekilde kaldığını görünce yüzünden gülümseme denilemeyecek kadar hafif bir seğirme geçmişti. Elini uzatıp alnına düşen bir tutam saçı geriye atmıştı. Ona kendi ismini verdiğinde ne düşünüyordu hiç bilmiyordu ama en doğrusu oymuş gibi gelmişti. Hiç tanımadığı bu küçük çocuğu korumak istemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bluemoon (ASKIDA)
VampireMyles sıradan bir sokak çocuğuydu. Ta ki ev bildiği viraneye garip bir kız gelene kadar... Pandoranın kutusu açılıyor, 900 yıllık nefret ortaya çıkıyor!