Eelsina saatlerdir sesi çıkmayan çocuğa bakmak için yukarı çıktığında gördükleri karşısında gözleri kocaman açılmıştı. Elleri titremeye başladığında karşısında bembeyaz yatan çocuğa dokunup da onu soğuk bulmaktan korkuyordu. Birkaç adım yaklaşmış hatta hiç yapmadığı bir şeyi yapıp seslenmişti ama her zaman gürültücü olan bu çocuktan ses çıkmıyordu.
Eelsina biraz daha yaklaşıp elini çocuğun boğazına götürerek nabzını kontrol ederken korkudan eli ayağı titriyordu. Gözlerini kapatıp Myles'ın bembeyaz olmuş tenine elini koyduğunda zaman bir an dondu sanmıştı. 1800 yıllık ömrü boyunca birkaç saniye hiç bu kadar yavaş geçmemişti. Nabzı atmıyordu! Eelsina eli ateşe değmiş gibi bir anda elini soğumuş bedenden çekmişti. Önünde kaskatı olmuş bedene baktığında aklını oynatmaktan korkuyordu.
Hiçbir şey duymamış hiçbir şey hissetmemişti. Yoksa şu muskalara ve isimlere çok takıldığı için mi fark etmemişti bir şey? "M..myles" diye kekelediğinde sesini kendi bile duyamamıştı. İçinden bir parçayı kocaman bir parçayı söküp almışlar gibi hissederken korkusu tüm varlığını ele geçirmişti ve Myles gerçekten ölmüşse ne yapacağını bilmiyordu. Uyandığından beri yanında gördüğü ve kendinin bile korktuğu bir bağla bağlandığı bu çocuk elinden gitmişse ne yapacağını bilmiyordu. Bu dünyada yalnız olmaktan tek başına kalmaktan korkuyordu.
Tüm bu korkuların gücüyle yatakta yatan çocuğu omuzlarından tutup sarsmaya başlamıştı. Bir yandan da adını yüksek sesle haykırıyordu. Myles'a bir şey olmuşsa kendine nasıl hakim olacağını da bilmiyordu üstelik. Kendine hakim olup intikamını yavaş yavaş almaya karar vermiş olsa da eğer bunu yaparken tek dayanağı elinden alınmışsa hiç kimse onun gazabından kurtulamazdı, bu gazap kendini de yok edecek olsa da. Çocuğu o kadar hızlı sarsıyordu ki saçları birer ışık dalgası gibi odayı doldurmuştu adeta.
Eelsina gözyaşlarına yenik düşüp vazgeçmek üzereyken cılız bir öksürük duymuş ve sarsıntıdan beyin hücrelerinin bir kısmını öldürdüğünden ve iç organlarının yerini değiştirdiğinden şüphelendiği çocuğu nazik hareketlerle yatağa yatırmıştı. Çocuk bu kez biraz daha yüksek sesle öksürdüğünde Eelsina, Myles'ın atan kalbinin sesini duymuştu. Derin bir nefes verdiğinde Myles bunu duymamıştı. Yavaş yavaş gözlerini aralayan çocuk karşısında Eelsina'yı gördüğünde şaşırmıştı.
Eelsina genç adama bakıp "İyi misin?" diye sorduğunda sesindeki endişeyi buz gibi bir tonun ardına saklamıştı. Myles bu soğukluğa rağmen titreyen sesiyle "Bir daha... öhö seni... öhö göremeyeceğim sandım" demişti kıza. Eelsina aynı şekilde hissettiğini içinden söylese de Myles'a "Neler oldu?" diye sormuştu. Myles gözlerini kapatıp bir kez daha öksürdüğünde Eelsina kendine hakim olamadan çocuğun alnına düşmüş ve terden sırılsıklam olan saçlarını geriye atmıştı. Myles bunu hissedemeyecek kadar kendinden geçmiş ve yorgundu. Olanları hatırlamaya çalışırken bir anda kediyi hatırlamıştı. Kıpkırmızı kabus gibi bir kediyi. Göğsünden oluk oluk akan kanlar aklına geldiğinde yatağına baktı. Hiçbir kan lekesi yoktu. Gözlerini donuk bakışlı kıza çevirirken "Kanı sen mi durdurdun?" diye sormuştu.
"Kan mı?"
"Evet. Kalbime..." Gözlerini acıyla sıkmıştı. Göğüs kafesi acıyor ve bedeni uyuşuyordu. "Bir kedi, bir kedi kalbimi pençesiyle deldi" demişti sonunda.
"Ne kedisi?"
"Kırmızı bir kedi"
Eelsina anlamayan bakışlarla çocuğu süzdüğünde gözlerini Myles'ın göğsüne indirmişti. Yavaş yavaş inip kalkan göğsünde hiç kan lekesi göremeyen Eelsina titreyen elini saklayabilmek için hızlıca çocuğun t-shirtünü yırtmış ama hiçbir yara izine rastlayamamıştı. Rahatlaması gerekirken neden bu kadar gerildiğini bir türlü anlayamıyordu. Nedense orada bir yara izinin olmaması daha korkutucu geliyordu gözüne...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bluemoon (ASKIDA)
VampireMyles sıradan bir sokak çocuğuydu. Ta ki ev bildiği viraneye garip bir kız gelene kadar... Pandoranın kutusu açılıyor, 900 yıllık nefret ortaya çıkıyor!