Gözyaşları Ülkesi

9 1 0
                                    

Ah, küçük prens! Her an biraz daha anlıyorum o kısa ve hüzünlü geçmişinin gizlerini... Epeydir tek eğlencen oturup gün batımını izlemek olmuş demek. Bunu daha dördüncü günün sabahında, 

"Günbatımını izlemeye bayılırım. Haydi, günbatımını izlemeye gidelim, " dediğinde anladım. 

"Ama bunun için beklememiz gerekir, " dedim.

"Beklemek mi? Neyi?"

"Günbatımını. Daha erken."

Önce çok şaşırmış gözüktün. Sonra da bastın kahkahayı.

"Yine kendi gezegenimde sandım kendimi!" dedin.

Herkes bilir ki, Amerika'da öğle olduğunda güneş Fransa'da batıyordur artık. Fransa'ya bir dakikada uçulabilseydi, öğle saatinde akşamı yakalayabilirdi insan. Ama ne yazık ki. Fransa böyle bir iş için oldukça uzak. Oysa senin gezegeninde sevgili küçük prensim, yapacağın tek şey iskemleni biraz kaydırmak. Böylece dilediğinde günün bitimini, karanlığın çöküşünü izleyebilirsin...

"Bir gün, " demiştin bana, "günbatımını tam kırk dört kez izledim!" Sonra da, "Biliyor musun,

" diye ekledin. 

"İnsan günbatımını çok üzgün olduğunda seviyor."

"O sırada çok üzgün muydun?" diye sorduydum. Hani şu kırk dört günbatımı izlediğinde?" Ama küçük prens hiçbir şey söylemedi bu soruma karşılık.

Beşinci gün yine o koyun sayesinde küçük prensin gizini öğreniverdim. Durup dururken sormuştu; sanki uzun uzun düşünerek çözüm aradığı bir sorununu dile getiriyordu.

"Koyun... Koyun çalıları yiyorsa çiçekleri de yer, değil mi?"

"Koyunlar bulabildikleri her şeyi yerler."

"Dikenli çiçekleri de mi?"

"Evet dikenli çiçekleri de."

"Öyleyse dikenler... Ne işe yararlar ki?.."

Bilmiyordum. O anda motorun sıkışmış bir cıvatasını gevşetmeye çalışıyordum. Endişem artıyordu, çünkü giderek uçağımdaki arızanın son derece ciddi olduğunu fark ediyordum. İçme suyum da çok azaldığından endişemde haklıydım.

"Dikenler ne işe yarar?"

Küçük prensin aklı bir şeye takıldı mı asla peşini bırakmıyordu. Benimse aklım cıvatadaydı. Aklıma ilk geleni söyleyiverdim:

"Dikenler hiçbir işe yaramaz. Çiçekler kindarlıklarından dolayı dikenlidirler..."

"Ya!"

Bir anlık bir sessizlik oldu. Sonra küçük prens birden parlayıverdi. Gücenik bir sesle:

"Hayır! Sana inanmıyorum. Çiçekler narin yaratıklardır. Çok masumdurlar. Kendilerini güvencede hissetmek isterler. Dikenlerinin korkunç silahlar olduğuna inanırlar..."

Bir şey söylemedim. O anda aklımda tek bir şey vardı. "Eğer bu cıvata hâlâ gevşemeyecekse çekiçle vurup kopartacağım, " diyordum içimden. Küçük prens düşüncelerimi dağıttı yine:

"Demek sen sanıyorsun ki çiçekler..."

"Hayır! Hayır!" diye bağırdım. "Hayır, hiçbir şey sanmıyorum ben. Aklıma ilk geleni söylemiştim yalnızca. Görüyorsun ki çok önemli işlerim var benim!"

"Önemli işler mi?"

Bana bakıyordu. Elimde çekiç, parmaklarım yağdan simsiyah olmuş, ona çok çirkin gözüken bir nesnenin üzerine eğilmiş olan bana...

"Tıpkı büyükler gibi konuşuyorsun!"

Biraz utandım ama o acımasızca sürdürdü: Her şeyi birbirine karıştırıyorsun, karmakarışık ediyorsun..."

Gerçekten çok kızmıştı. Altın renkli saçları rüzgârda dalgalanıyordu.

"Gezegenlerden birinde yaşayan kırmızı yüzlü bir adam tanıyorum. Tek bir çiçek koklamamış, tek bir kez bir yıldıza bakmamış, kimseyi sevmemiş. Yaşamı boyunca tek yaptığı şey bir takım sayıları toplamak. O da bütün gün kendi kendine aynı şeyi söylüyor, senin gibi: 'Çok önemli işlerim var benim!' Bunları söylerken gururla kabarıyor göğsü. Ama o bir insan değil ki, mantar!"

"Ne?"

"Mantar!" Küçük prens şimdi öfkeden bembeyazdı. "Çiçeklerin milyonlarca yıldır dikenleri var. Milyonlarca yıldır koyunlar dikenli çiçekleri de yiyorlar. Peki bu çiçeklerin hâla dikenleri olsun diye çabalamalarının nedenini anlamaya çalışmak önemli işlerden sayılmıyor. Koyunlarla çiçekler arasındaki bu savaş kırmızı yüzlü adamın topladığı rakamlardan daha mı önemsiz? Hele benim gezegenimde, yalnız benimkinde yaşayabilen bir çiçeğimin olduğunu, bunu koyunun bir ısırışta yok edebileceğini düşün. Bu çok mu önemsiz?"

Şimdi de yüzü al aldı. "İnsan bir çiçeği severse, milyonlarca ve milyonlarca yıldızda yalnız tek bir çiçek açarsa, işte o yıldızlara bakarak mutlu olur. Kendi kendine şöyle der: 'İşte orada, o yıldızlardan birinde benim çiçeğim.' Ama koyun çiçeği yedi miydi bütün yıldızlar kararıverir... Bu da hiç önemli değil, öyle mi?"

Sözleri hıçkırıklara boğuldu. Gece olmuştu. Aletlerimi olduğu yere bıraktım. Şu anda çekicin, cıvatanın, susuzluğumun ne önemi vardı? Yıldızlardan, gezegenlerden birinde, benim gezegenim Dünya'da bir küçük prens vardı avutulacak. Kollarıma aldım onu ve başını okşadım.

"Sevgili çiçeğin tehlikede değil, üzülme, " dedim ona.

"Koyununun ağzına kapamak için bir ağızlık çizerim sana, ya da istersen çiçeğin çevresine bir parmaklık çizerim..." Ne söyleyeceğimi bilemiyordum aslında. Kendimi toy bir budala gibi hissediyordum. Ona nasıl ulaşabileceğimi, yine eskisi gibi yan yana olmayı nasıl başarabileceğimi bilemiyordum.

Çok gizemli bir ülke şu gözyaşları ülkesi.

Çok gizemli bir ülke şu gözyaşları ülkesi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Küçük Prens- Antoine de Saint ExpuéryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin