-9-

365 41 42
                                    

Hava çok güzeldi. Güneş tepeye yaklaşıyordu. Kuşların, böceklerin seslerini duyabiliyordum. Atımı biraz yavaşlattım ve çantamdan haritamı çıkardım. Nerede olduğuma baktım. Tarafsız Bölge'ye az bir yolum kalmıştı

Surlardan içeri nasıl gireceğimi hiç bilmiyordum. Nöbetçiler vardı. Beni içeri almayabilirlerdi. Gerçi peri olduğumu göstermek için hazırdım. O siyah iksirden bugün içmemiştim. İyice yaklaştığımda kanatlarımı çıkaracaktım. Eğer çok zorlarlarsa da annemden, Helena'dan bahsedecektim ama bunu yapmayı pek istemiyordum, Helena söylediğine göre bir prensesti ve belki kardeş olduğumuz bilinsin istemez diye düşündüm. Onların korumaları gereken bir itibarları vardı ve bunu göz önüne alarak, dikkatli davranmalıydım.

Sıcak daha da üzerime çökmeden hızlandım. Orman yolunda önce dümdüz gittim. Büyük, belki yüz yıldan daha uzun bir ömre sahip gibi görünen çam ağacının etrafından sağa döndüm. Uzun bir süre düz ilerledikten sonra çiçeklerle dolu bir çayıra geldim.

Çayırın bitiminde Tarafsız Bölge'nin surları görünüyordu. Derin bir nefes aldım. Şimdi en zor kısmıydı. Kanatlarımı sırtımdan çıkarmak...

Üstümdeki ceketi çıkardım. Üzerimde sırtı açık bir gömleğim vardı. Çok uzun zaman önce bir kutlamada benim için özel olarak diktirmişlerdi ama pek kullanışlı bir şey değildi. Bir gün tekrar giyeceğim aklıma bile gelmezdi.

Derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapattım. Odaklanmaya çalıştım.

Sırtımdaki yaralar tekrar deşiliyormuş gibi hissettiğimde dudağımı ısırdım. Bu acıya asla alışamıyordum. Acaba Minseok nasıl alışmıştı? Dün ona sormamıştım, aklıma gelmemişti. Her seferinde bu acıya katlanmak korkunçtu.

Dişlerim sıkılı, acılı geçen birkaç dakika bekledim. Kanatlarımın sırtımdan tamamen çıktığında ağırlık bir an çok geldi. Dik durmak zorlaştı.

Sonunda kendimi toparladığımda atımdan indim, biraz yürümeye başladım. Derin nefesler aldım. Burası güzeldi. Etraftaki çiçeklerden sarayda da vardı ve Tarafsız Bölgeye bu kadar yakın olmasaydı buraya daha sık gelmek isterdim.

Atımla birlikte surlara yaklaştıkça kapıda bekleyen nöbetçileri gördüm.


İki dev vardı. Biraz korktum. Boyları benimkinin üç ya da dört katıydı. Çok güçlü görünüyorlardı. Benim kötü biri olduğumu düşünürlerse ya da izinsiz girmeye çalıştığımı anlarlarsa beni kolayca ezebilirlerdi.

Tek çarem kanatlarımdı. Eğer çok zor durumda kalırsam uçmayı deneyecektim. Yapabileceğimi zannetmiyordum ama başka çarem de yok gibiydi.

Hala dik durmaya, cesur görünmeye çalışarak kapıya geldiğimde sadece devlerin değil iki tane de perinin kapıda olduğunu gördüm.

İkisi de çok genç görünüyor, parlıyorlardı ve beni görene kadar gülümsüyorlardı.

"Merhaba." dedim onları gördüğüm için biraz rahatlayarak. Devlerle konuşmanın zor olacağını düşünüyordum ama onlara kendimi anlatabilirdim.

"İsminiz?"

"Park Baekhyun." dedim tereddütle. Ufak kulübeye girdi ve elinde bir defterle döndü. Parmağının sihirli hareketiyle defterdeki yüzlerce sayfayı çevirdi. Bir sayfada durdu.

"Park mı?"

"Evet." dedim. Sanırım o defterin içinde adım yazıyordu.

"İlk defa geliyorsun galiba? Yüz sekiz yıldır buradayım. Seni hiç görmedim."
Aslında bunda şaşılacak bir şey yoktu. Yani karşımda iki dev, iki peri vardı. Benim sırtımda kanatlarım vardı. O yüzden karşımdaki kadının yüz sekiz yıldır belki de daha uzun süre yaşayıp genç görünmesine şaşırmamalıydım.

☄️☄️save me |chanbaek|☄️☄️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin