Altıncı Bölüm

145 18 11
                                    



Beni eve bırakana kadar aramızda herhangi bir konu dönmedi ama bu seferki sessizliğimiz gerginliğin ve şaşkınlığın harflerinden oluşuyordu.

Aynı zamanda Patron'un artık konuşmaya yeltenmemesini de anlıyordum çünkü bana nasıl yaklaşması gerektiğini kestiremiyor da olabilirdi fakat benim de içimde yeni tanıştığım duygular vardı. Gururumdan olsa gerek, bir kez bile dönüp yüzüne bakamamıştım. Binadan içeri girdiğim sıra yağmur tekrar başlamıştı ama buna rağmen arkamı dahi dönememiştim. Hiçbir şey olmamış gibi ağır adımlarla daireme çıktım.

Bu zamana kadar hiç arkadaşım olmamıştı ve buna da gerek duymuyordum zaten ama Patron'un önde benim de arkada olduğum bir koşuşturma hissi kalbimde tepinip duruyordu. Sanırım bundan dolayı o gün onun peşinden gitmiştim . Patron'un arkadaşım olmasını istiyordum.

Ama kim sohbet edemeyeceği bir dost isterdi ki? Ne zaman muhabbet eden iki insana kulak misafiri olsam, ki bunu özellikle yaparım, birbirlerine "beni anlamıyorsun" diye cümle kurduklarında onların aralarındaki bağın gerçek olmadığına inanıyordum. Birbirine kalpten bağlı insanların iletişim kuramama gibi bir kusurları olmazdı. Kaldı ki Patron'la dost olsam dahi asla onu anlayabileceğimin kanısına varamayacaktır. Bu işin sonu başından belli Dora. Bu adamın peşinden koşarsan düşeceksin.

Düşme.

Genzimi sızlatan bir gerçekle neredeyse basamaklara çöküp ağlayacaktım ama neyse ki kendimi tutmayı başarmıştım ancak ne zaman Memur Gatabu'nun marketten alıp bıraktığı içi dolu torbaları kapımın önünde gördüm, işte o zaman daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladım. Hem ağlıyor hem de yaşlı gözlerle çantamın içinden anahtarımı bulup kapıyı açmaya çalışıyordum.

Benim bu dilsizliğim bana ne anlatmaya çalışıyordu? İçimde tutup söyleyemediğim ne vardı ki dışarı çıkmaya korkuyordu? Kontrolü elden bıraksam, bir saniyeliğine de olsa delirsem. Ne çıkacaktı ortaya?

Market poşetlerini mutfağa taşıyıp ıslak gözlerimi silerek odama yöneldim. Dağınık yatağıma baktığımda Patron'un bir daha buraya uğrayıp uğramayacağını çok merak ediyordum. Belki bir ihtimal gitmemiştir diyerek balkona çıktığımda içimden bir ses umarım hastalığından dolayı sokağın ortasında bayılmıştır diye geçiriyordu çünkü böylelikle onu yine evime taşır ve biraz daha onunla birlikte olmuş olurdum.

Oradaydı.

Bana bakıyordu.

Tutamadığım bir kahkaha yağmur seslerinin arasında sokağın içinde yankılandı.

Ses çıkarıp dikkatini çektiğiniz, o size doğru gelirken sizin de bir koşu içeri gidip elinize ilk gelen yiyeceği alarak geri tekrar pencereye koştuğunuzda sokak kedisinin hala bıraktığınız yerde merakla sizi bekliyor olmasının mutluluğu vardı içimde.

Patron'un ise ne düşündüğünü bilmiyordum ama üstüne yağan yağmura rağmen o da mutluydu. Kısa ama asla kulaklarımdan silinmeyecek histerik bir gülüşmenin ardından şikayetçi bir tavırla kollarını iki yana açıp seslendi. "Hangi çağda yaşıyoruz? Halen insanlar mektuplaşıyor evet ama sen yorulma bunun için. Seni duymam için senin bir sese benim de bir kulağa ihtiyacım yok ki. Bu tamamen bir insan icadı zaten." İşaret parmağını bana doğru uzattı. "Ve madem öyle, biz de kendi icadımızı yapacağız. Nasıl fikir?"

Önüme düşen saçlarımı kulaklarımın arkasına atıp orada tutarken kafamı salladım. "O zaman yarın sabah kahvaltıda bu muhteşem icat için fikir alışverişi yapacağız." Daha hızlı salladım. Ellerini indirip ceplerine yerleştirdiğinde dahi bakışlarını üstümden almayıp, kısa bir süre sonra ağır adımlarla yokuş aşağı yürümeye başladı. O gözden kaybolana kadar ardından bakmaya devam ettim. Daha şimdiden kahvaltıda ne hazırlayacağımı düşünüyorken Patron'un sürekli olarak kollarını hareket ettirdiğini daha yeni fark ediyordum.

Gözlerini siliyordu. 

Kültür HırsızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin