Beşinci Bölüm

832 49 15
                                    



Ben hep böyle sürüp gidecek sanırdım.

Uyanırdım. Bazen hemen ardından bazen de saatler sonra yüzümü yıkardım. Hatta öyle ki bazen unuturdum da. Kahvaltının nasıl bir şey olduğunu veyahut eskiden bunun bende nasıl bir his yarattığını artık hatırlamıyordum. Babam kahvaltının hep önemli bir öğün olduğunu söyleyip dururdu ama onu bir türlü anlamazdım ve bunu kabul etmekte de hep zorlanmıştım. Zira benden habersiz dizilmiş her bir düzen basamağına eksiksiz basmak benim için hep bir ıstıraba dönüşür, bir yerden sonra bileklerime kramp girmeye başlardı. Annemin aksine evimin dağınıklığından hiç rahatsız olmaz, mobilyaların üstünde biriken tozlardan tiksinmezdim. Banyoyu uzun aralıklarla temizler, fırında küflenmeye durmuş tepsileri yıkarken de hiç şikayet etmezdim. Yaktığım çikolata sosundan sonra yanıklarını çıkaramadığım minik tencereyi çöpe atarken epey özgür hissetmiştim örneğin. Çöpleri her gün çıkarmaz, misafir kabul etmez, bazen çiçekleri sulamaktan bile erinir ve faturalarımı hep geciktirirdim. Bazen kanepede, bazen yerde bazen de yatağımda yatar, tek başımayken istediğim gibi davranır sürekli kendimi şımartır ve disiplinden uzak yetiştirirdim. Bu alışkanlık içimde hep huzursuz bir his yaratır ve kulağım bazıları ona ait olmasa da annemin ikazlarıyla dolup taşardı.

Ama şimdi.

Bu bereketli kahvaltı masasının, gıcır gıcır ettiğim tezgahın, tozunu aldığım kitaplığımın, balkondan aşağı çırptığım kilimlerin, sessizce parlattığım banyonun, giderinden topladığım bir yumak saçın nedeni herhangi biri olmamalıydı. Çünkü ben hep böyle sürüp gidecek sanıyordum. Memur'un kendi elleriyle yaptığı lezzetli yumuşak peynirin, büzüşmüş birkaç zeytinin, kızarmış yumurtanın, haşlanmış brokolinin, dünden kalma birkaç elmalı kurabiyenin ve diğer kahvaltılıkların karşısında ufacık bir taburede mahcup bir halde ellerimi dizlerimin arasına alıp başımı öne eğerek kendimden af diliyordum.

Adamın biraz sonra uyanacağının; gelip karşıma oturacağının; artık gözlerinin yumulu olmayacağının ve hatta belki de göz göze geleceğimizin; benimle konuşacağının ve eyvahlar olsun ki soru dahi sorabileceğini ama nasıl karşılık vereceğimi bilmediğimin öyle farkındaydım ki, karnımdaki kramplar tüm bedenimi ele geçirip iki büklüm olmama neden oluyordu. Mesanemde biriken heyecanı artık taşıyamıyordum. Ondan bir an önce kurtulabilmek için tuvalete gittim.

İhtiyacımı giderdikten sonra ellerimi yıkamaya geçtiğimde aynadaki simadan gözlerimi kaçırmaya çalışıyordum ama bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Sanırım ani bir hevesle kalkıp evi temizlemeye başlamamla bir bağlantısı vardı ancak üzerinde kafa yoracak kadar ne güçlüydüm ne de müsait. Tuvaletten çıktıktan sonra aynı duvarı paylaşan diğer kapıdan kitap hırsızının çoktan uyandığını ve ellerini arkasına birleştirerek balkon camından dışarıya baktığını gördüm. Beni fark etmiş olacak ki merakla arkasını döndü. O kadar çok uyumuştu ki yüzü şişmiş, sakalları çoğalmış ve kirli saçları suratının her bir yanını çepeçevre sarmıştı. Ellerimi yavaşça karnıma dolarken amacım midemde deli dana gibi koşturan krampları kırmaktı ama bunu ona göstermek istemeyip kollarımı göğsüme çıkardım. Hareketlerimi dikkatlice izledikten sonra ne düşündüğünü bilmiyordum ama bir gülümseyiş sergileyip uzunca adımlarla eşiğe kadar gelince "Demek burası senin evin." diyerek evin geri kalanına bir göz atmak için salona geçti.

Aramızdaki mesafeyi koruyarak peşinden gittiğimde koridordan çıkıp mutfak ve salonun aynı zemini paylaştığı odanın kitaplık yaslı duvarına gitti ve kapakları açtı. "Bunlar da kitapların mı?" diye sorup yüzüme baktığında ne yapacağını bilmeyen ve acı mı çekiyor yoksa gülümsüyor mu anlaşılmayan bir surat ifadesiyle onu onayladım. Bir süre daha kitapların sırtında gözlerini gezdirdikten sonra döndü ve mutfağa geçti. Dolabın kapaklarını kapayıp koltuğun koluna oturdum. Adamın eğilip mutfağın ortasındaki sehpaya dizilmiş kahvaltılıkları karıştırıp birkaç çatal lokmayı ağzına götürüşünü izliyordum.

Kültür HırsızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin