Bininci Bölüm

8.5K 441 175
                                    




Bir Reverans Eşliğinde İlk Sayfanı Ben Çeviriyorum Sevgili Okur, Gerisi Senin. Beğenmen Dileğimle,


Koyu saçlarını açtırmış sarı tenli bir kız oturuyordu hemen önümde. İş dönüşü bayağı yorgun olmalıydı. Ben de yorgunum, bir an önce tramvayın ineceğim durağa varmasını istiyordum. Öylesine topuz yaptığı saçları kafasının tepesinde vites başlığı gibi duruyordu. Ensesine bakıyor olsam dahi gözlerinin renkli, yüzünün de güzel olduğunu hisseder gibiydim. Saçında sarılı siyahlı toplam beş tel tokası vardı ve her küpesinde tam tamına sekizer minik yıldız bulunuyordu.

Ayağımın altında bir su şişesi yuvarlanıyordu.

Tramvay her duraksadığında, virajı döndüğünde ve yokuş aşağı indiğinde bedenimle bunlara karşı koyamıyor olmak sinirlerimi bozuyordu.

Yolda olduğumda, bir yerde oturduğumda, gözlerimi kapayarak müzik dinlediğimde, aynaya baktığımda, tuvalette ihtiyacımı giderirken, mutfakta yemek yaparken, televizyon 'dinlerken' genellikle etrafımda olup biten ya da aklıma gelen şeyleri not almayı neredeyse alışkanlık haline getirmiştim. Bunun nedeni ise artık böyle yaparak bir şekilde yaşama tutunuyordum.

Araç yavaşça durup kapılarını yolcularına açtığında telaşlı akşam rüzgarı da içerideki havayı bir güzel tazeleyiverdi. Yüzümü pencereye dönüp kendi yansımam haricinde oyalanmak adına farklı şeyler yakalamaya çalışıyordum. Tramvay yeniden hareket etmeye başladığında şehrin ışıklarını, diğer araçları ve yayaları takip etmek oldukça zorlaşmıştı.

Bir müddet sonra belimin üstüne oturacak kadar aşağıya kaysam da buna aldırmayarak kucağımda duran not defterimin üstündeki mavi yazılara döndüm. Ne zamandan beri ve kaç kez 'J' harfinin üzerinden geçtiğimi anımsayamıyordum. Bu süre içerisinde gözlerim çaprazımdaki tekli koltuklardan birinde oturan adamın bacaklarına çevrilmişti. Diz kapakları en az benimkiler kadar sivri görünüyordu. Biraz durdum. Bana bir şeyleri çağrıştırdıktan sonra kalemi uyandırıp yazmaya başladım;

Soluk kara paltolu bu genç adamın adında mutlaka 'a' harfi olmalıydı. Ve bu öylesine yaptığım bir tahmin değildi çünkü koltuğunda tıpkı büyük bir 'A' harfi gibi yayılıyor ve hafifçe kucağındaki fötr şapkaya sarılıyordu. Kunduraları epey yıpranmış görünüyordu. Bir kız kardeşi olmalıydı ya da evli bir ablası. Yalnızdır, yaşı yirmilerin ortasındadır.

Bu kısımda zihnimin arka sıralarında oturan bir ses analizlerimin ne kadar sıkıcı olduğuna ve bunun ne zaman son bulacağına dair söylenip durdu ancak aldırmadım. Uzunca bir süre suyun altında kalmışcasına derin bir nefes almak için çenemi yukarı kaldırdığımda, birkaç kırpılmadan sonra gözlerim adeta biraz önceki bacakların sahibi olan adamın bakışlarına çekilmişti. Ne zamandan beri ifadesiz, yarı uykulu bir şekilde beni izliyordu hiçbir fikrim yoktu fakat olağanca normalliğiyle, hiçbir şekilde tepkide bulunmadan nasıl olduysa birbirimize bakmaya devam etmiştik. Buna insanlar dalgınlık diyordu ve bende bundan fazlasıyla vardı. Bedenlerimiz arabanın huysuz hareketleriyle ağır ağır sarsılıyordu. Kalem üç parmağımın arasında dinlense dahi kafamdaki ses susmak bilmiyordu; Neredeyse göz bebeği de aynı renge bürünmüş bulanık yeşil gözleri vardı. Dağınık saçlarındaki ritim kaşlarında da aynıydı ve o sırada bir başka ses bunu şöyle yorumlamıştı; Ejderha gibi kaşları vardı ve ejderha gibi gözleri. Fakat birkaç adım geri gidip tekrar bakıldığında, o sadece bir insandı. İçe çökmüş yanakları kısa, kahvemsi sakallarıyla kuşatılmış, bu toprakların sınırları da adem elmasına kadar genişletilmişti.

Neden bilmiyorum ama tebessüm ediyordu. Bana yapıyordu bunu ve rahatlamış görünüyordu. Kulaklarımın yandığını hissettim ve tek kaşımı kaldırarak ona soru sormak istiyordum ama mimiklerim yüzümün ortasında kilitlendiğinden dolayı hiçbir ifadeyi canlandıramıyordum. Bir süre sonra ifadesizce ve inatla suratına bakmaya devam ettiğim bu adamın göz kapakları yavaşça aşağıya inmiş ve hatta omuzlarının üstünde taşıdığı tebessümü de dahil her şeyi önüne düşmeye başlamıştı. Aracın sinir bozucu duraksamalarıyla çenesi her göğsüne vurduğunda uyanıverse bile yol yorgunu adam artık buna dahi karşı koyamayacak kadar göçmüştü bu dünyadan.

İneceğim durağa az kaldığını bildiğimden dolayı karşımdaki bu tabloya daha fazla dalıp gitmeden derin bir iç çekerek kucağımdaki defteri tutup oturuşumu düzelttim. Pencereye baktım. Eve gittiğimde kıyafetlerimi bile değiştirmeden kendimi yatağa bırakacaktım.

Araç durağıma doğru gittikçe yaklaşırken ben de pılımı pırtımı yavaşça toparlayarak ön kapıdan inmek için koridorda sıra bekledim. Vites topuzlu kızın yüzünü hiç göremedim ama o vakit çaprazımdaki adama da oldukça yakındım. Tepemdeki askılardan birine tutunurken aynı zamanda adamın omzuna yatırdığı yüzünü incelemeye devam ettim ama bulanıktım.O an düz ve basit tabirlerimden artık sıkıldığımı, bu erkeğin suratında daha farklı bir şey hissettiğimi ama bir türlü göremediğimi fark ettim. Çok güzel bir cümleyi hak ediyormuş ve sanki etrafta başka yazarlar da varmış da, onlardan önce ben görmeliymişim gibi bir aciliyetle atıyordu nabzım. Aynı zamanda o kadar çok yorgundum ki adamın kucağında yumruk yaptığı avuçlarından çimenler taştığını görür gibiydim.

Kafamı sallayarak önüme döndüm ve kapılar açıldığında düşünceli bir vaziyette araçtan indim. Nadir rastladığım anlardan biriydi o an; adamın çehresinde göremediğim bir detay vardı. İlk defa önümde apaçık duran bir kitabı okuyamıyor gibi hissetmiştim.  

Kültür HırsızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin