Dördüncü Bölüm

975 96 35
                                    


Kitap hırsızı adamın baygın olduğuna kendimi inandırarak rahatlamaya çalıştım.

Parmak uçlarımda temkinli adımlarla balkon kapısına doğru ilerledim. Tıpkı bir L harfi gibi yerde kıvrılan adamın suratından gözlerimi alamamıştım. Kıpırtısızdı ama korkuyordum. Ensesi tırabzana yaslıydı. Bir eli göğsünde diğeri yerde ölüydü ama buna rağmen ellerin dokuz canı olduğuna inanırdım.

Cama o kadar çok yakındım ki düşüne düşüne alıp verdiğim nefesim pencereye buhar yapıyordu. Buraya nasıl çıkmıştı, nasıl bu hale gelmişti? Nefesle ilgili bir sıkıntısı var gibiydi. Baygınlığı çatık, vaziyeti renksizdi. Yani, kan yoktu ancak üstü başı dağınıktı.

Kulpu eğip kapıyı açtığımda adamın ayakları eşikten içeri taşmıştı. Yanına geçip çömelirken aynı zamanda da buraya nasıl girdiğini anlamaya çalışıyordum. Biraz ilerde ön cepheyi kapatan tırmanıcı bitkilerinin dağılmış olduğunu fark ettim. Muhtemelen oradan girmiş olmalıydı. Ne zamandan beri tuttuğumu bilmediğim nefesimi serbest bıraktığımda göğsümden koca bir yük inmişti ama huzurlu sayılmazdım. Ellerimle yüzünü yoklayıp dağınık saçlarını geriye yatırdım. 

Teni ateşle sarılmış, dudaklarında hastalıklı bir kırmızı vardı.

Devamında bu koca bedeni nasıl içeri taşırım sorusunun cevabını düşünüyorken aynı zamanda ayaklarımın dibinde yatan adama baktım, o gerçekten de buradaydı ve ben hayal görmüyordum. Bacaklarımı adamın bedeninin iki yanına yerleştirip ellerimi belime sabitledim. Ağır görünüyordu. Hele ki bir de kendinden geçmişse bu durum kendisine artı bir yarım kilo daha katıyor demektir. Dağınık ve çatık kaşlarına dalıp gitmek isteyen gözlerimi sıkıca açıp kapattıktan sonra eğilip adamı koltuk altlarından kucaklamaya çalıştım. Birkaç zorlu denemenin ardından nihayetinde onu içeri sürükleyip bir çuval gibi yatağa yatırmayı başarmıştım.

Balkonu kapatmaya geri döndüğümde çilli taş zemindeki büzülmüş fötr şapkayı fark ettim. Bir hırsız... Diye geçirdim içimden. Kitap çalmaz. Ensemin üstünden yataktaki adama baktım. Kitap okuyan bir insan da hırsızlık yapmaz....

Kaç dakikadan beri odanın ortasında dikili durduğumu bilmiyordum ve bu durum daha ne kadar böyle devam edecek kestiremiyordum da. Bir böcek değildi ki peçeteye alıp aşağı atayım. Kanlı canlı bir insandı ve baygındı da. Belki de ölüm döşeğindeydi ama aptal kaygılarımı kontrol edemediğimden dolayı ona şu an yardım edemiyordum. Sıkı sıkı ovuşturmaktan terleyen ellerimi iki yana düşürüp derin ve bıkmış bir nefes alarak bacaklarıma sildim. Parmaklarım bu sefer de kıyafetimi çekiştirirken yoksa bana bir şey mi anlatmaya çalışıyorlar diye şaşkınlıkla avuçlarıma baktım. Odanın duvarlarına kadar uzanan turuncu güneş çizgilerinin altında birkaç ter damlasıyla parlayan, üstünde kırmızı noktacıkların olduğu ellerim adeta dile gelmişti.

Git dediler bana.

Bizi ona ulaştır.

Ellerimi yumruk yapıp tekrar adama baktım ve iki koca adımla gidip yanındaki boşluğa oturdum. Bir süre tereddütte kalsam bile kendimi buna kaptırmayıp ilk önce adamın vücudunda bir yara izi ya da kıyafetlerinde bana zarar verebilecek bir silah taşıyıp taşımadığını öğrenmek için ceketinin kanatlarını tutup iki yana açtım. Epey kirli gözüken kazağında küçücük de olsa bir kan lekesi aradım ama bulamadım. Pantolonunun belinde de görünürde bir silah sarkmıyordu. Kollarını alıp kıyafetini dirseklerine kadar sıyırdığımda sıcacık teninin üstünde bir şey bulamamıştım. Günler önce bir tramvayda rastlaştığım ve kendisine defterime görünüşünü yazacak kadar ilgili olduğum birinin bugün ise yatağımda uyukluyor olması inanması güç bir olaydı. Ben herkese böyle dikkat ederdim ama bu seferki farklıydı. Bu sefer o insanlardan biri ile birkaç seferdir yollarımız kesişiyordu. Derin bir iç çekerek kollarını usulca bedeninin yanına bırakıp elimi alnına götürdüm. Oradan yanağına ve oradan da boynuna.

Kültür HırsızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin