Biyoloji

184 13 0
                                    

Tüm gün boyunca Azat kolumu sıkıp bana etrafı gezdirdi. Bu hoşuma gitmiyor değildi, ancak biraz daha az sıkarsa daha iyi olabilirdi.

Öğle yemeğini Amerika’da olduğundan daha geç yiyorduk, ancak bunu düşündüğümü ve kıyasladığımı farkettiğim an, artık Amerika ve Michigan hakkında düşünmemeye karar verdim. Yeni bir başlangıç yapmıştım, ve geçmişe yer yoktu. Artık yaşayacağım her şey yeni olacaktı.

Yemekhane büyüktü, her biri dokuz kişilik olan otuz beş tane yuvarlak masa vardı. Sıra çok uzundu, ancak Azat, birkaç kız arkadaşını önlerde görünce kolumu sıkıp beni de arkasına aldı ve en öne kaynadı. Buna şaşırmamıştım, Azat heyecanı seven ve okuldaki tehlikelerden korkmayan birine benziyordu. Ben de korkmuyordum, ama uğraşmıyordum da. Azat’a oranla daha kasıntıydım, Azat uğraşmayı seven, özenli bir tipti.

Masaya oturduğumuzda tanıştığım, ancak adını hatırlamadığım farklı yedi kızla beraberdik. Hatırladığım kadarıyla sarışın ve çok güzel olanın adı Ela’ydı, onun dışında bir tane Naz, Sera ve Nur vardı. Diğerlerini hatırlamıyordum. 

Ela, “Ee, Hestia,” dedi. Yüzünde çok tatlı bir gülümseme vardı, nedense bana çok tatlı ve iyi görünmüştü. Onu sevmiştim. “Bana Tia diyebilirsin. Hepiniz diyebilirsiniz,” dedim. Hepsi gülümsedi ve birkaç ağızdan ‘tamam’ lafı çıktı. Ela da gülümsedi ve, “Tamam, Tia.” dedi. “Okulu beğendin mi bari?”

Gözlerimi kırpıştırdım ve onaylarcasına başımı bir aşağı, bir yukarı salladım. “Buradaki herkes çok sıcakkanlı,” dedim. “Kısa zamanda alışacağım.”

“Bu güzel,” dedi Ela. O sırada tam teşekkür edip onlara bir şeyler soracaktım ki, artık dolmuş ve taşmış yemekhaneye beş erkek daha girdi. Erkeklere pek dikkat etmezdim, ama bu erkek grubu, sabah Azat’ın bana bahsettiği gruptu. Kasıntı çocuğun olduğu grup. Sabah sadece üç kişiydiler, ancak Azat bana bu okulda herkesin birbiriyle dost olduğunu söylemişti, bu yüzden fazladan insanların olmasına şaşırmadım. 

Ares denen çocuk en arkalarında yürüyordu. En önde yürüyen Dora, havalı bir ifadeyle bana göz kırptı, ben de ona el salladım. Çok tatlı bir çocuktu, yakışıklı olma özgüveni vardı ancak bunu bana karşı kullanmamış olması benim onu arkadaş olarak görmeme sebep olmuştu. Ela’nın Dora’ya hayran gözlerle baktığını görebiliyordum, ancak anladığım kadarıyla Dora bunu umursamıyordu. Neden ki, diye düşündüm kendi kendime. Ela çok güzel bir kız.

Çocuk tam masamızın yanında durduğunda, Ela’nın yüzünün kızardığını gördüm. Nedense bu kıza karşı kendimi çok yakın hissetmiştim, bu yüzden içimde bir koruma duygusu oluştu ve Dora’nın dikkatini Ela’nın kızardığını görmesin diye kendime çekmeye karar verdim. “Dora’ydı, değil mi?” diye arkadaşça gülümsedim. Dora da sırıttı ve, “Evet, Aile Tanrıçası.” dedi. İsmimin anlamı Yunan mitolojisindeki yuva ve aile tanrıçası Hestia’nın adından geliyordu, ancak Dora gibi erkeksi ve umursamaz görünümlü birinin bunu bilmiş olması hoşuma gitmişti. Tam bir şey söyleyecektim ki, çocuğun arkasında duran kişi ona seslendi. “Hadi ama Dora, yürü biraz.”

Dora’nın arkasında olduğu için kim olduğunu görmek adına kafamı biraz sağa kaydırdım ve ona baktım. Bu, Ares denen çocuktu. Yüzü ilgisiz bakıyordu. Daha doğrusu, bana bakmıyordu bile, ancak yine de ilgisizdi. Bir an önce buradan kaçıp gitmek gibi bir isteği var gibiydi. Anlaşılan benim erkeklere ilgim olmaması gibi, onun da kızlara ilgisi yoktu.

Dora gülmeye başladı. “Ah, Ares, Savaş Tanrısı Ares. Keşke adını Poseidon koysalarmış, belki daha sakin ve dingin olurmuşsun.” diye söylendi. Bu söylediğine ben de gülmüştüm.  Ares gözlerini devirip, "Benden daha sakin biri varsa o ölüdür." deyince Dora bana bakıp ağzını oynattı, sanırım Ares'in taklidini yapıyordu. Kahkaha atacaktım, ancak Ares'le göz göze gelince kafamı başka tarafa çevirdim. Dora, Ares'e baktıktan sonra bize tekrar baktı ve sırıtıp Ela’ya göz kırptı. Kızın yanakları patlayacak hale gelmişti. “Gitmek zorundayım, kızlar. İnatçı bir keçiyle işim var.”

Beyaz GökHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin