Korku

148 7 0
                                    

Korkuyordum.

Servisten çıkarken herkesin dikkatini çekeceğim diye korkuyordum. Benimle flörtleştiğinde karşı çıkmadığım Cem’le karşılaşabilirim diye endişeleniyor, benimle konuşur, beni bir yerlere davet eder diye korkuyordum. Ares denen lanet olası çocukla, yani daha doğrusu, geldiğimden beri beni iyi hissettiren tek insanla aramın bozulmuş olmasından korkuyordum. Okuldan korkuyordum. Değişimden korkuyordum.

Cesur yürek gibi davranıp ortalıkta özgür olmakla ilgili nutuk tutup duruyordum, ancak hissetmekten bile korkuyordum. Hissedebileceğim tek duygu özgürlüktü ve bu korkuyla, özgürlüğe bin adım bile yakın değildim. 

Büyümekten ödüm kopuyordu. Büyümek, sorumluluk demekti ve bunu on altı yaşıma gelmiş olmama rağmen yaşamaya hazır olmadığımdan korkuyordum. Peter Pan gibi umursamaz bir hayat yaşayıp Var Olmayan Ülke’ye kaçmak istiyordum, ancak gerçeklikte böyle şeylerin olmadığını biliyordum ve bu bile beni korkutuyordu. Onlar çok yaşlı olana kadar annem ve babamın koynunda hikayeler dinlemek istiyor, çok yaşlandıklarındaysa ölmek istiyordum. Çünkü içten içe, annem ve babamın zamanları geldiğinde benden önce ölecek olmalarından da korkuyordum.

Korkağın tekiydim.

Her şeyden korkan bir ödlektim.

Bunca zaman her şeyden kaçmayı başarmıştım. Birilerini beğenmek, birilerinden hoşlanmak...

Bunları yapmak istemiyordum, çünkü bunlar büyümenin ilk simgesiydi. Birinden hoşlanırsam büyümüş olacak, artık onları daha fazla düşünmeye başlayacak ve çocukça eğlenceleri unutacaktım. Çizgi film izlemeye gittiğimde bana çocuksu bir gülümsemeyle bakan insanlar görmek yerine, 9Bunun burada ne işi var, büyüyememiş, deyip kendi kendilerine benimle dalga geçen insanlarla karşılaşacaktım. Bunu istemiyordum. Asla istememiştim.

Eğer olursam, mükemmel bir anne olacağımı biliyordum. Ama kendimi asla bir anne olarak görmemiştim. Ne zaman küçük bir bebek görsem, hemen yanına gider oynardım, ancak bir diğer çocuk olarak. Asla bir çocuğa anne gözüyle bakmamıştım ve her zaman bir ‘abla’ olmuştum. Sonsuza dek anne ve babamın yanında kalıp onların çocuğu olmak istiyordum, ancak bir gün bu hayal dünyasından kurtulmam gerektiğinin de farkındaydım. 

Sınıfıma doğru aylak adımlarla yürüdüm ve içeri girdiğimde kimsenin olmadığını görünce, perşembe günleri ilk dersin kimya olduğunu hatırladım. Laboratuvara inmem gerekiyordu.

Sonra içeride, birinin kafasını kollarıyla kapatıp masaya koymuş olduğunu ve ağladığını fark edince içeri koştum. Sırt çantamı kendi masama bıraktım ve ağlayanın kim olduğunu anlamaya çalıştım. Kafasını masasına koymuş, elleriyle de tamamen kapanmıştı, ancak saçlarının uzunluğu ve renginden bunun Azat olduğunu anladım.

“Azat, Azat! Hey,” diye fısıldadım. İlk ismini söyleyişimde bağırdığım için kendimi kötü hissettim, çünkü Azat normalde sosyal bir kız olmasına rağmen burada gizlice ağlıyorduysa, kesin özel bir şey vardı.

Kafasını biraz kaldırıp tek gözünü açtı ve bana baktı. Kahverengi, büyük gözünün kapağının üzerinde küçük bir çizik vardı. Çok belli olmuyordu, ancak yakınında olduğum için görebiliyordum. Yeni olmuş olmalıydı, çünkü daha yeni kabuk bağladığını fark etmiştim. Beni gördüğünde rahatladığı için kendimi iyi hissettim. Demek bana güveniyordu. Güvenini boşa çıkarmamalıydım.

Yanına bir sandalye çekip oturdum ve kafasını kaldırması için onu çektim. Saçlarını arkaya ittikten sonra yüzüne baktım. Sadece göz kapağında bir çizik vardı, onun dışındaysa yüzünde alışılmadık olarak gözyaşı dışında bir şey yoktu. “N’oldu?” diye kibar bir dille sorduktan sonra, bileğimdeki tokayı çıkarıp ayağa kalktım ve arkasına geçip saçını at kuyruğu modelinde toplayıp sonra da üzerine örgü yaptım. Tekrar yanına oturduğumda bana baktı ve, “Lütfen, Hestia. Kimseye söyleme,” dedi. Bu söylediğine karşın hüzünlendim ve gözlerimi yavaşça kırpıp, “Yemin ediyorum.” dedim.

Beyaz GökHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin