"Hestia!"
Uykumda gördüğüm ancak hatırlamadığım rüyanın derinliklerinden gelen ses, bu ülkede beni tanıyan herkesin (annem, babam ve Azat) tahmin edebileceği üzere Ares'in sesiydi. Garipti, çünkü Ares daha önce benim adımı asla söylememişti. Bücür, prenses veya başka isimler takıyordu, evet, ama Hestia ismini onun ağzından hiç duymadığım için rüyamda böyle dediğini hayâl etmek beni şaşırtmıştı.
Ta ki sesin aslında rüyadan değil de, bedenimin, dokunulabilir somut halimin yanındaki bedenden geldiğini idrak edene dek. Sesi kafamda uydurmuyordum, Ares bana gerçekten de bağrıyordu. "Hestia!"
Gözlerimi birkaç kez sersemce kırpıştırdıktan sonra solumdan gelen sesin kaynağına baktım. Kaç saattir araba kullanıyordu? Ayrıca durmuştuk, bu yüzden ona bakmayı sürdürmemek için, bir yandan da gerçekten nerede olduğumuzu anlamak için etrafıma bakındım. Artık ormanlarla çevrili bir yerde değildik, şehir hayatının buram buram esen kokusunu camlar açık olmasa bile hissedebiliyordum. Tam olarak nerede bulunduğumuzu sormak için kafamı tekrar Ares'in olduğu tarafa çevirdim. "Neredeyiz?"
Sırıttı. Birkaç saat sürdüğüne emin olduğum bu yolculuk boyunca saçlarını darmadağan etmişti ancak normalde kimseye yakışmayacağına emin olduğum bu dağınıklık yüzüne çok yakışmıştı. Gözlerinde yeşillikten eser yoktu, sapsarıydılar. Güneş ışığıyla daha da parıldıyordu bu sarılık. "Bebek," diye yanıt verdiğinde kendimi yüzünün olağandışılığından uzaklaştırdım ve etrafa tekrar göz atıp ne demek istediğini anlamaya çalıştım. "Bebek derken?" dedim. Bu sefer kahkaha atmasına sebep olmuştum. Ayrıca 'bebek derken' diye sorduğumda Amerikan aksanım ortaya çıkıyordu ve kelimeleri düzgün bir Türkçe ile söylemek yerine, "Bibek dierken," diyordum. Yine de buna güldüğünü sanmıyordum.
"Yer olan," dedi. "Sana 'bebek' demedim, bücür."
Rahatladım. Yani, en azından rahatlamış gibi gözüktüm. Nerede olduğumuzu hiç çekinmeden söylemesi tam olarak nereye gideceğimizi de biliyor olduğu anlamına geliyordu ve bu da yaptığımız bu yolculuğu önceden planlamış olduğunu anlamamı sağladı, ancak ben hâlâ saf ayaklarına yatma konusunda kararlıydım. "Ne yapacağız burada? Öylesine mi getirdin bizi?"
Bana baktı. Hiç çekinmeden, utanmadan gözlerimin içine doğru gözlerini dikti. Benden etkileniyor muydu, yoksa tam tersi miydi? Erkekler birinden hoşlandıklarında, en azından Amerika'da, kızların gözlerinin içine bakamazlardı. Ares'in cüretkâr biri olduğunu biliyordum ancak gözlerime direkt olarak bakması... Bu, benden zerre kadar hoşlanmadığını gösterirdi.
"Boğaz turuna çıkacağımızı söylemiştim, bücür," diye karşılık verdi. Ukalâlığından ödün vermiyordu. Hem de hiçbir zaman. "Ama ilk önce bir şeyler yemek zorundayız, yoksa ağzının kokusundan öleceğim."
Yutkundum ve hiçbir şey düşünemeden bağırmaya başladım. "Ne? Benim ağzım mı kokuyor?"
Güldü. "Eh."
"Daha biraz önce dişlerimi fırçaladım be!"
Üzerinde saat olmayan bileğine baktı ve dalga geçercesine, "Aslında dört saat önce fırçaladın, ve hiçbir şey de yemedin." dedi. "Normal bir şey. Senden iğrenmiyorum."
Gözlerinin içine baktım. Cüretkâr olma sırası bendeydi. "Bir zahmet iğrenme zaten," diye söylendim. Kendimi uzaktan izliyor olsaydım, Ares'e yılışan sürtüklerden biri olduğumu düşünürdüm. Hayatım boyunca daha önce hiç böyle cıvık cıvık konuştuğumu hatırlamıyordum. "Birdahakine ağız kokumdan ölmemek için sana bir öneri; Dudaklarıma yaklaşma, aptal."
Lâfı cuk diye oturttuğum için bir yandan gururlu, bir yandan da alaycı bir şekilde dudaklarıma baktı ve sürücü kapısını açtı. "Seni yeni insanlarla tanıştırmalıyım," dedi. Arabadan aşağı inerken de gözlerini dudaklarımdan ayırmıyordu. "Yoksa o saf kız yerine kötü, şeytani bir Hestia'yla tanışacağım ve bu masumiyetin kaybolmasını istemem, bücür."
Arabadan inmeden ona baktım. "Ne masumiyeti? Senden daha şeytani olduğum üzerine bahse girerim."
Güldü. "Tabii," dedi. "İn şu arabadan."
Camımdan dışarı baktım ve gözleriyle işaret ettiği kafeyi gözlemledim. Kocaman lacivert ışıklandırmayla aydınlatılmış WATERFALL yazısı kafeyi sevmemi sağladı. Işıklandırma çok sosyetikti, içerisinin de bembeyaz mobilyalarla kaplanmış olduğunu görünce huzurla kapımı açıp dışarı çıktım. Hızlıca yanıma geldiğini görünce içimden haykırmak geldi. Neden bana böyle davranıyordu? Neden şu anla benimleydi? Etrafında milyonlarca kız olduğuna emindim. Neden sadece benleydi? Böyle soruları kendi kendime sormak bile saçmalığın daniskasıydı ancak sormadan da edemiyordum. Sanırım ona hazırdım. Yanımda karşıdan karşıya yürürken kolumu bırakmaması ve vücudunun verdiği o sıcaklık hissine hazırdım. Ettiğimiz küçük tartışmalara ve ne kadar rahatsız edici olsalar da benimle edeceği alaylara da hazırdım. Sanırım.
"Biliyor musun," dediğimde kafenin kapısını önden geçmem için açtı. İçeri girdiğimizde Ares'in buraya çok sık geldiğini garsona selam vermesinden anladım. "Gıcık olabilirsin," diye devam ettim. "Bayağı hem de. Fakat şu anda beni buraya getirdiğin için nedense mutlu hissediyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Gök
Teen FictionHayatı boyunca en büyük hayali özgürlük olan Hestia Mor, ailesinin evlerini özlemesi üzerine küçüklüğünden beri içinde yaşadığı Michigan'dan ayrılır ve yeni bir hayata başlayacak olmanın sevinciyle Türkiye'ye gelir. En büyük hayalini ya tek başına...