Akşam eve gittiğimde, birkaç saat kendime bakım yaptıktan sonra yatağımda kitap okurken telefonumun çalması beni şaşırttı. Bu numaram, annem ve babam dışında sadece Dora, Ares ve Azat’ta vardı ve şu ana kadar hiç aramamışlardı. Telefonu heyecanla elime alıp arayanın Dora olduğunu görünce nedense daha da heyecanlandım. Önemli bir şeyler dönüyor olmasa, hızlıca mesaj da atabilirdi.
Mutlu bir aura takınıp, “Aloooo,” diye sırıtarak açtım telefonu. Onun da her zaman mutlu bir havaya sahip olması ve beni neşelendirmesi hoşuma gidiyordu. “Pocahontas,” diye mırıldandı. Arka planda bir şarkı sesi duyuyordum, ancak etrafında insan yoktu. Muhtemelen bilgisayarından falan açmıştı şarkıyı. Sevdiğim, enerjik bir şarkıydı. Şaşırmadım. “Bir şey mi oldu?”
Güldü. “Yok canım, ne olacak,” diye cevapladığında nefes verdim. İçimde kötü bir his oluşmuştu, ancak hiçbir şey olmadığını öğrenince rahatlamıştım. “Yarın Ares’le buluşuyormuşsunuz, sadece onu soracaktım Poca’cık.”
‘Poca’cık’ demesi beni güldürmüştü. Şu dünyadaki muhtemel en iğrenç takma isimdi ancak Dora söyleyince kulağa tatlı ve komik geliyordu. “Evet, biyoloji için buluşacağız,” dedim. Kalbim küt küt atıyordu ama bunu düşünmemeye çalıştım. “Ayrıca gelmeden önce ona söyle, artık bana ‘bücür’ demekten vazgeçsin.”
Kısa bir kahkaha patlattı. “Bence tatlı bir takma isim,” dedi. Ofladığımda tekrar güldü. “Daha önce bir kıza isim taktığını görmemiştim. Açık olayım, daha önce bir kızın yanında onu bu kadar rahat görmemiştim. Yani, bilirsin, Ares kız çeken magnet gibidir, bütün kızlar ona hayrandır ve o da kızlarla ilgilenmesini iyi bilir falan filan, ama herif senin yanında pamuk şekere benziyor.”
Güldüm, ancak daha sonra nefesimi daha fazla içimde tutamayacağımı düşünüp derin bir nefes alıp verdim. Birkaç saniye bekledikten sonra, “Başka kızların yanında nasıl oluyor ki?” diyebildim. Evet, onunla altı haftadır tanışıyorduk. Tam bir buçuk aydır. Yine de, onu tanımıyordum. Beni tanımıyor olmasına rağmen nasıl yanımda pamuk şekere dönüşebilirdi ki?
Dora’nın müziği değiştirdiğini duydum. Daha duygusal bir şey açmıştı ki, bu sefer şaşırmıştım. “Hiç belini tuttu mu?”
Iyk. Belimi tutmak mı? Hayır, ama onun yerine, gizli yerinde çocuksu hayallere dalmıştık. Bu, belimi tutmasından daha mı kötüydü? “Iyyy,” dedim. Bunu dediğim anda Dora bir kahkaha patlattı, ancak konuşmasına izin vermedim. “Başka kızlara böyle mi yapıyor yani?”
Öksürdü. Kasılmıştı. “Yani,” dedi. Birkaç saniye sustu ve o sırada beni düşüncelerimle baş başa bırakmışken, neden beni aradığını sormadığımı fark ettim. “Bu arada,” dedim aradan boş ve sessiz iki dakika geçtikten sonra. “Sen beni niye aramıştın?”
Tekrar öksürdü. Neden kendisini bu kadar kasmıştı böyle? Dora böyle yapmazdı. “Çıkar ağzındaki baklayı, Dora.”
Bu sefer öksürmedi. “OF BE,” diye bağırdığında irkildim. Bağırışı komik, heyecanlı ve stresli bir bağırıştı, bu yüzden istemeden de olsa güldüm. “Tamam, tamam, söylüyorum. Iııımmm, hmmm...”
“Dora, söyle artık!”
“İyi be, tamam, ne meraklı şey çıktın sen de. Bunu sana söylediğimi ona söylersen ilk önce kendimi, daha sonra da seni öldürürüm yalnız, bilgin olsun.”
Güldüm. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, ne söyleyecekti acaba? Ares’le ilgili olduğu çok belliydi, ancak bu şey her neyse, Dora’yı bile heyecanlandırıp strese soktuğuna göre önemli bir şeydi. “Tamam, tamam, söylemem.” diye yemin ettiğimde nefes verdi. Geveleme artık, diye düşündüm. Heyecandan öldüreceksin.
“Ares’e yarın n’apacağını sordum, daha buluşacağınızı bilmiyordum. Yatağına yatmış, aval aval duvarı izliyordu. Hiç Ares’lik bir tavır değildi yani.”
Derin bir nefes aldım. Bir an için beni düşünüp tavanı izlediğini ve gülümsediğini hayal ettim ama bu çok saçmaydı. Öylesine yakışıklı ve mükemmelken, özellikle de Naz gibi milyon tane kız onun peşinde koşarken beni düşünmesi zordu. Yine de kalbim hala pır pır ediyordu.
“Neyse işte, yarın bir işi olduğunu söyledi. Normalde beni asla reddetmezdi, tabii konu annesi veya piyano dersleri olmayınca.”
Piyano dersleri mi? Of.
“Devam et,” dediğimde konuşabilmek için bir nefes aldı ve lâfının devamını getirdi. “Ben de özel dersini cuma gününe aldı falan sanıp sorgulamaya başladım. En sonunda dayanamayıp her zamanki inatçılığıyla, ‘Hestia’yla buluşacağız be!’ diye çemkirdi.”
Hestia’yla buluşacağız.
Buluşacağız.
Kalbim patlamak üzereydi. Bu sözleri muhtemelen taşan sabrından ötürü hiçbir şey düşünemeyerek söylemişti, ancak söylemişti işte. Heyecanımı sözlerime de geçirmemek için elimde kalan tüm dinginliği dışarı çıkardım ve sakin bir tavır takınmaya çalışarak, “Ee, ne var bunda?” dedim. Kıkırdadığını duyabiliyordum. Dikkatlice düşününce bu, Dora’nın beni aramasını gerektirecek kadar önemli bir olay değildi. “Ares küçükken,” diye konuşmaya başladı. Her zamanki gibi sempatik bir ses tonuyla konuşuyordu ancak o sesin içindeki ciddiyeti hissedebiliyordum. “Sanırım sekiz dokuz yaşlarındayken, bebekliğinden beri tanıdığı tek dostu uzaklara taşınmış. Kız taşındıktan aylar sonra da babası ölünce, Ares bu hale bürünmeye başlamış. Yani, bence öyle olmaya başlamıştır çünkü bana yaşadığı olayları anlattıktan sonra benim bile moralim bozuldu.”
Yutkundum. Demek babası yoktu. Zor bir çocukluk geçirmişti, bunu anlıyordum. “Çok üzüldüm. Yine de, bunların benimle ne ilgisi var?”
Dora kıkırdadı. “Yok, ama bir dinle, meraklı melâhât. Biz de Ares’le o senelerde tanıştık. O zamanlar dalgın çocuktu, böyle umursamaz ve enerjik değildi yani. Aradan altı sene geçti ve onu ilk defa tekrar böyle dalgın gördüm.”
Gözlerimi halıma diktim. Hava kararmaya başlamıştı ve bu yüzden de birkaç saniye içinde ayağa kalkıp panjurumu kapattım ve odadanın ışıklarını açtım. Karnım ağrımaya başlamış, kalbim parçalanma yoluna girmişti. Ares hakkında konuşmak beni böyle yaptıysa, kim bilir onu görmek nasıl yapacaktı...
“Ne ima ediyorsun yani?”
Dora’nın son gülüşü, kalbimin daha da fazla atmasına sebep oldu. “Of, sanki bilmiyorsun,” dedi. “Şahsen, bizim Savaş Tanrısı’nın kendine bir umut ışığı bulduğunu düşünüyorum. Bilirsin, savaşmamak için falan.”
Yaptığı espri yine iğrençti, ama gülmüştüm. Şu anda söyleyeceği her şeye gülebilirdim. “Hiç sanmıyorum,” dedim gözlerimi tavana dikip Ares’in yüzünü zihnime getirdikten sonra. Dudağının ve yanağının üstünde duran, bembeyaz ve soluk tenine renk katan küçük benlerden; kıpkırmızı, orta kalınlıktaki dudaklarına kadar düşünüp nasıl beni düşünebileceğini sorguladım. Fazla güzeldi. Gerçek olamayacak kadar yani.
Gözlerimi kırpıştırıp tavandan kaçırdım ve konuyu değiştirmeye karar verdim. “Ee,” dediğimde ‘hıh’ diye cevap vermesi beni gülümsetti. “Ela’yla nasıl gidiyor?”
Küçük bir kıkırdama duydum. O eski, trajediden uzak haline geri dönmüştü. Dora’yı bu yüzden seviyordum, çok optimistti ve etrafındakilere neşe saçıyordu. “Ne Ela’sı şimdi ya...”
“Hadi, hadi. Anlat bakalım, Ela’yla aranızda neler dönüyor?”
Onun derin bir nefesini ve pes edişini duyduktan sonra, konuyu değiştirebilmiş olmama sevindim ve yatağın üstünde kıpırdandıktan sonra Dora’nın anlatacağı neşeli hikayeleri dinlemeye koyuldum. Aklımın bir tarafında Dora duruyor olsa da, küçük bir taraf halâ Ares’le buluşacağım için kendi kendini kemiriyordu.
Hestia’yla buluşacağız be!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Gök
Teen FictionHayatı boyunca en büyük hayali özgürlük olan Hestia Mor, ailesinin evlerini özlemesi üzerine küçüklüğünden beri içinde yaşadığı Michigan'dan ayrılır ve yeni bir hayata başlayacak olmanın sevinciyle Türkiye'ye gelir. En büyük hayalini ya tek başına...