Ödev

168 8 4
                                    

Haftalar geçmiş, ben Ares’i bir kere bile görmemiştim. Onu bir daha görmemeye veya görsem bile görmezden geleceğime karar verdiğim akşam koşuya çıktığımda beni görmüş, alaycı bir şekilde nasıl olduğumu sormuştu, ancak ben hızlı cevaplar verip ondan kaçmıştım. Zeki bir çocuktu. Benim yüzümden olduğuna emin olmasam da birdaha koşu parkurunda onu hiç görmedim.

Okulda çoğu derse beraber giriyorduk, aynı derslere girmediğimiz zamanlarda da yan sınıflardaydık, bu yüzden aralarda da yüzünü görmek zorunda kalıyordum ama onun da anladığı üzere, ilk hafta benimle ne kadar alay ettiyse, bütün alayı o kadar kalmıştı. Çocuğu tanımıyordum bile, ancak tavırlarım yüzünden yüzüme bile bakmıyor, beni gördüklerinde Dora yanıma gelmeyi teklif edince reddedip uzaklaşıyordu. Sanki bebeklik arkadaşıydım da, artık ona onu görmek istemediğimi söylemişim gibi davranıyordu.

Bununla ilgilenmeyecektim.

Küçüklüğümden beri yirmi beş yaşında evlenir, aileme çok uzak olmayan bir yerde kibar ve uyumlu eşimle mutlu bir hayat yaşarım diye düşünüyordum. Yani, eskiden hayallerimden biri buydu. Halâ da istiyordum, ancak böyle olabilmesi için hayatım farklı yönlere gitmeye başlamadan karşı koymam gerekiyordu.

Okul başlayalı beş hafta olmuş, ben karşı koymuştum. Derslerim iyi gidiyordu, sınav haftasına çok az kalmıştı ve bilmediğim konu yoktu. Her şeyde başarılıydım. Ares’le konuşmuyorduk.

Ta ki konuşmaya zorlanana dek.

Okulun beşinci haftasının ilk gününde üçüncü dersimiz biyolojiydi. Beş haftadır Ares’le biyoloji derslerinde eş olsam da, o benimle muhattap olmadan derste söylenileni yapıyor, daha sonra da hiçbir şey söylemeden Cem’le birlikte uzaklaşıyordu. Bugün, sevgili Bayan Kamelya bizlere çok daha farklı bir ödev vermeye karar verince en sonunda benimle konuşmak zorunda kalacaktı. Ben de onunla.

“Evet, çocuklar.” dedi kadın. Masasının önüne geçip herkese baktıktan sonra kafasını koridora dikip konuşmasına devam etti. Otorite uygulamaya bayılıyordu, ancak buna karşı çıkmıyordum. Bu kadının otoritesi, ne yaparsa yapsın hoşuma gidiyordu. “Beş hafta önce, sizleri erkek-kız olarak eşleştirdim. Hepsi şu anda yapmaya başlayacağımız proje ödevi içindi--”

O sırada arka çaprazımızda oturan Cem’in, “Hocam...” diye seslendiğini duydum, ancak Kamelya hoca tek elini Cem’e ‘sus’ dercesine kaldırdı ve konuşmasına devam etti. “Eşlerinizle iki hafta boyunca her iki günde bir buluşmanızı ve birbiriniz hakkında daha çok şey öğrenmenizi istiyorum. Artık yaşınız geldi, birbirinizle dalga geçmek yerine anatomilerinizi öğrenin. Kızlar, ne kadar sürelerde adet dönemlerine girdiklerini, bunun vücutlarını nasıl etkilediğini ve bunun gibi şeyleri anlatırken, erkekler de kendi sistemleriyle ilgili şeyleri anlatacak. İki haftanın sonunda proje kağıtlarına en çok bilgiyi yazan ikiliye sınav yapmayıp tam not vereceğim.”

Herkes, “Vay canına,” veya, “Biz kazanırız!” diye bağırırken ben göz ucuyla Ares’e baktım. Bana bakmıyor, dik bir şekilde ayakta duruyordu. Öğretmene sinirli bir ifadeyle bakarken sağ yanağındaki gamzenin belirdiğini ve elmacık kemiklerinin sertleştiğini farkettim. 

 -

Ders bittiğinde sınıfa gidip Azat’a olanları anlattım. İlk günden beri Ares’le beni yakıştırıyordu çünkü onun gördüklerine göre Ares bana ‘abayı yakmıştı’ ve ben de ‘ondan çok farksız değildim’. Elbette bu dedikleri deli saçmasıydı ancak biyolojide olanları ona anlatmayı kendime vazife gördüm ve hızlıca söyledim. Tombul yanaklarını şişirip patlattı ve gülmeye başladı. “Tanrım!” diye bağırdı. Daha sonra sınıfta birkaç kişinin olduğunu görünce sessizleşti ve, “Bu kader, biliyorsun değil mi?” diye fısıldadı. Gözlerimi devirdim ve ayağa kalktım. “Hayır, değil.” dedim. “Bu, lanet olası biyoloji.”

-

Çıkışta yavaş adımlarla Dora’nın yanında yürüyen Ares’i görünce bahçede koşturmaya başladım. Herkes bana bakmaya başlamıştı, ancak bakışları en fazla ikişer saniye sürüyordu. Ares’in kolundan yakaladığımda bana şaşırmış bir ifadeyle baktıktan sonra alaycı dudaklarını yukarı kıvırdı ve tek kaşını küçümseyen bir edayla kaldırdı. “Ne istiyorsun, bücür?”

Halâ ‘bücür’ kelimesiyle hitap etmesi hoşuma gitmişti. Benimle ilgilenmiyor olması, daha doğrusu beni görmezden geliyor olması birkaç gündür içime oturuyordu ancak aynı şeyi benim yaptığımı düşündükçe kendime küfür ediyordum. Kaçan kovalanır diyorlardı ancak ben kaçınca o beni kovalamaya başlamamış, tam tersine, o da kaçmaya başlamıştı. Şimdi bu, benim onu kovalamamı sağlıyordu. 

Kahverengi, belime kadar inen toplu saçlarımı açtım ve tokayı bileğime yerleştirdim. Gözlerine bakmaktan ne kadar utansam da özgüvenli görüntümü takınıp ona baktım. “Nerede buluşacağız?”

Güldü. Gözlerinde bunu istemeyen bir tavır olduğunu görünce kalbim acıdı. “Adet dönemi hakkında birçok şeyi biliyorum ve kendi kafamdan bir şeyler uydurabilirim,” dedi. Demek buluşmak veya ödev yapmak istemiyordu. Ben de istemediğimi söyleyip inat edebilirdim, ancak onu buluşmaya zorlayıp arkadaş olmaya doğru küçük bir adım da atabilirdim. Ben daha ne yapacağıma karar verememişken yanımızda olduğunu yeni idrak ettiğim Dora, “Pocahontas,” diye sırıttı. “Vay canına, haftalar geçti. Ares’le beş haftadır konuştuğunuzu görmüyordum, bu kıyamete ön bilet alıp izlemek gibi.” 

Gülümsemeye çalıştım. Vay canına, demek o da konuşmadığımızı biliyordu. Konuşmamak doğru bir terim değildi aslında, çünkü yakın bile değildik, ama nedense şu sıralar Azat, Dora ve hatta Ares bile konuşmadığımızı önemi olan bir şeymiş gibi göstermeye çalışıyordu. Ya da ben öyle hissediyordum.

“Of,” dedim. Ares’in gözlerine tekrar baktığımda gözlerinin içi isteksizlik doluydu. Hayatımda ilk defa gururumu bir kenara bırakıp konuşacaktım. “Ben...” dedim. Ne diyeceğimi hiç bilmiyordum. “Ödevi yapmak zorundayız,” diye söylendim. Lanet olsun. “Hile yapmayı da istemiyorum. Bu yüzden, nerede buluşacağız?”

Yüzündeki alaycı ifadenin genişlediğini görebiliyordum. “Bazı kızlar dayanamıyor işte,” diye güldüğünde normalde komik bulacağım bu espriyi sırf o yaptı diye buna sinirlenmiştim. “Ben ‘bazı kız’ falan değilim. Sadece ödev yapmak istiyorum.” dedim. Kızardığımı hissedebiliyordum. Gülümsemesini daha da genişletti, ancak nerede buluşacağımızı düşündüğünü görebiliyordum. 

Ares’in halâ düşünüyor olduğunu gören Dora, “Siz aynı sitede oturuyordunuz, değil mi?” dedi. Hiç düşünmeden sorusunu başımla onayladım, ancak daha sonra bunu nereden bildiğini düşündüm. Ares, benim hakkımda konuşmak için zaman harcamazdı. Yani, en azından bence öyleydi. O zaman Dora, onunla aynı sitede oturduğumu nereden biliyordu? 

“O zaman aynı serviste olmalısınız. Ben gidiyorum.”

Gözlerimi Ares’in yüzünden ayırdım ve Dora’ya baktım. “Ne? Hayır...”

Dora arkasını dönmüştü bile. “Görüşürüz, Poca!”

Ofladıktan sonra başımı eğdim ve daha sonra da etrafa göz gezdirmeye başladım, servislerin kalkmasına halâ beş dakika vardı, bu yüzden rahat bir şekilde düşünmeye devam ediyordu. Ancak ben daha fazla dayanamayacaktım. “Söylesene!” diye bağırdığımda, etraftaki birkaç kişi yerinden hoplayıp bana baktı. Ares’in ifadesinde bir değişiklik yoktu, halâ gülümsediğini görebiliyordum. Derin, ela gözlerini farklı taraflara çevirdikten sonra gözlerini benimkilerle birleştirdi ve, “Yarın.” dedi. “Yarın benimle koşu parkurunda buluş.”

Gözlerimi kırpıştırdım. “Ödevi orada mı yapacağız?” 

“Yo,” diye güldü. “Seni bir yere götüreceğim, prenses.”

Bunun iyi bir fikir olmadığını biliyordum, ancak dediğini başımla onaylayıp yanından ayrılmayarak servisimize doğru yürüdüm. İçimdeki bir ses, derslerine odaklanan o kız olmaya devam etmemi, sonra da özgürlüğe kavuşacak olduğumu söylüyordu. Diğer ses ise artık sadece kadere inanmaya başlamıştı. Eğer kaderde varsa, ondan kurtulamazsın.

 

Beyaz GökHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin