'Mükemmel'

65 6 0
                                    

Gece boyunca uyanıp durmak başımı ağrıtmıştı.

En sonunda sabahın yedisinde uyandığımda, bunun son uyanışım olduğunu anladım ve ayaklanıp lavaboya gittim. Yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım ve en sonunda da hiç bana göre olmadığını düşündüğüm bir şey yapmaya kalkıştım; makyaj.

Daha sabahın yedisiydi ve bu kadar uykuluyken gözlerime bir şey sürmeye çalışmak, beş yaşında bir çocuğa bıçak verip bir şeyleri doğramasını istemekle aynı olay sayılırdı. 

Ares'i sabahın erken saatinde bile güzelliğimle etkilemek istediğim doğruydu ancak sabahın o güzel doğallığını, onu etkilemeye tercih ettim ve makyaj sürmekten vazgeçip odama geri döndüm. Koyu kırmızı, yumuşacık tüyleri olan sabahlığımı üzerime geçirdikten sonra sessiz adımlarla aşağı indim. Bir an için kahvaltı hazırlamayı düşündüm ancak bugün cumartesiydi ve Ares'in de birkaç saat içinde uyanacağını düşünmüyordum. Uykucu bir tipe benziyordu, ben de bu nedenle mutfağa girmekten vazgeçtim ve salona girdim. Panjurları otomatik tuşlara basıp açtıktan sonra dışarıya göz attım. Daha güneş tam olarak açmamıştı bile. Ayrıca mart ayına girmek üzereydik ancak hava halâ buz gibiydi. Bir an için tereddüt ettim, ancak annem ve babam her zaman çiçekleri kontrol ediyorlardı. Ne kadar açmadıklarına emin olsam da, çiçeklerde bir gelişme var mı diye dışarı çıkacaktım ki, arkamda bir ses duyunca olduğum yerde kalakaldım.


"Bu saatte uyanacağını düşünmemiştim."


Alaycı sesi tanımama gerek yoktu, zaten evde benden başka bir tek o vardı. Arkama dönüp cevap vermek için baktığımda, ellerindeki iki tabağı gördüm. Tabaklardan birinde sucuklar, diğerindeyse yumurta vardı. Yutkunup bunlardan etkilenmemek için kendimi tuttum. Bir insan bu kadar şey olamazdı. Şey... Kusursuz?


"Ben de senin halâ uyuduğunu düşünüyordum."


Sırıttı. "Sabah altıda uyandığında üstünü ben örttüm, nasıl bu kadar çabuk unuttun, bücür?"


Ah, lanet. Ona geceleri uyuyamayan ve uykusunda gezen biri olduğumu söylememiştim. "Ben geceleri hep uyanırım," dedim. "Ama senin geldiğini hatırlamıyorum."


"Ah," dedi ve tabakları masaya bıraktı. Gözleriyle masayı süzüyordu, simetri hastası falandı sanırım. Her şeyde bir düzen arıyordu. Hayatı darmadağan gibi gözüken birine göre bu huyu kendisiyle çok ironikti. "Neden küfürler savurup durduğunu şimdi anlıyorum."


Ona baktım. Ne küfürü? "Ne?"


Sırıttı ve bana baktı. "İşte," dedi. "Duygularını içinde biriktirmenin zararları, prenses. İstesen de, istemesen de, en sonunda hep birilerine patlarsın."


Demek gece 'uyanıkken' ona küfürler savurmuştum. Normalde hiç küfür etmeyen biri olduğum için, bir anlığına onun tepkisini hatırlamayı çok istedim, ancak yapamadım. 


Sinirimi bozulmuştu, ancak bozan şey uykumda konuşuşumu hatırlayamayışım değildi. Asıl sinirimi bozan şey, onun hakkımda bir şey daha öğrenmiş olmasıydı. Benimse halâ hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyor olmam.

-

Kahvaltımızı yaptıktan sonra ona dün yaptığım gibi oturmayı emrettim ve tabakları toplayıp mutfağa götürdüm. Bulaşıkları daha sonra toplayabilirdim, şu anda karnım şişmişti ve hareket edecek bile halim yoktu. Saatin daha dokuz bile olmadığına emindim.

 Geri döndüğümde beni izlediğini fark ettim ancak görmemiş gibi yapıp koltuğa oturdum. Uzaktan kumandayı elime alıp televizyonu açacaktım ki, "Bu saatte televizyon izleme," dedi. Ona bakmadım. "Nedenmiş o? Şimdi de yaşam şeklime mi karışacaksın?"


Sırıttığına emindim. "Bu üç gün için evet," diye söylendi. "Hem, kalk ayağa, hazırlanman lazım. Cumartesi günleri Boğaz trafiğinin nasıl olduğunu tahmin bile edemezsin."


Ona baktım. Tek kaşımı kaldırıp onu oturmaya ikna etmek için birkaç saniye öylece bekledim ancak iflah olmayacaktı, ben de en sonunda vazgeçip ayağa kalktım. "Bir keyif bile yaptırmadın be," dedim. "Hem ne giyeceğimi bile bilmiyorum, orada hava nasıldır?"


Boğaz havasını gayet iyi biliyordum. Trafiği de biliyordum elbette, ancak bu ilgisini durdurmasını isteyecek değildim herhalde. 


"Krem rengi boğazlı kazağını ve siyah taytını giy, güzel bir kombin oluyor. Vücudun da gayet müsait."


Gözlerimi büyüterek ona bakmayı sürdürdüm. "Gece dolabımı mı karıştırdın sen?"


Kıkırdadı. Yine gülümseyerek, 'hıh' dedi yani. "Karıştırmak denmez, prenses. Sapık değilim. Sapık olamayacak kadar isteniyorum."


"Ben seni istemiyorum," dedim. Gözlerimi başka yöne çevirdim ve odama çıkan merdivenlere doğru yürümeye başladım. "Benim için bir sapıksın."


Arkadan güldüğünü duyabiliyordum. "Gece pijamalarını değiştirmek istedin, ben de dolabından çıkardım. Bulmak zor oldu tabii."


Merdivenden çıkarken duraksadım ve gözlerimi kapatıp utançtan kıpkırmızı oldum. Üzerimi o giydirmiş olamazdı, buna emindim, ancak o an için beni giyinirken izlediğini düşündüm de, bu düşünce içimi kıpır kıpır etti. Kıpırtının geldiği duygu öfke miydi yoksa neşe miydi, onu halâ bilmiyordum. 

-

Üzerime sırf onun dediği olmasın diye siyah kazağımı geçirdikten sonra altıma da beyaz, dar bir pantolon giydim. 

Aşağı indiğimde vücudumu süzdüğünü gördüm, ancak bana baktığı an gözlerimi kaçırdım. Utanmıyordum ancak beni huzursuz ediyordu. "Sırf dediğimi yapmamak için böyle giyindiğini düşünmekte haklı mıyım?"


"Değilsin."


"Hı hı."


Ona bakıp karnına gülerek vurdum. "Kes artık şunu," dedim. Ela gözlerini kısıp güldü. İlk defa. Küçük bir kahkaha olsa da, ilk defa 'hıh' yerine 'hahaha' sesini duydum ondan. "Neyi kesecekmişim?"

"Benimle uğraşmayı. Gidecek miyiz, gitmeyecek miyiz?"

Saatin daha dokuz olduğunu biliyordum, ancak bunu sormasaydım bile beni bu saatte çıkaracağına emindim. Bu saatte çok fazla trafik olmazdı ve bir an önce benimle dalga geçebilmek için çıkmak istediğini biliyordum. Ben sadece sorarak bu durumu hızlandırdım.

Bana baktı ve kapıya doğru yürüdü. Süzme fırsatını bulamamıştım, ancak o sabahın yedisinden beri hazırdı. Bir gece boyunca aynı evdeydik ancak onu pijamayla görmemiştim. Lanet olsun. Pijamasının nasıl olduğunu bile bilmiyordum.


"Arabam kapının önünde, hadi gidelim."


Ben de kapıya doğru yürüdüm ve ayakkabılarımı giymeye başladım. "Ne zaman bizim kapının önüne getirdin?"


"Sabah."


Ona bakmamaya çalıştım. Etkilenmemeye çalışıyordum ancak etkilenmiştim bile. Ondan uzak dursam belki bu geçerdi ancak bir, geçmesini istemiyordum, iki, zaten uzak duramazdım. Kader, nasıl oluyorsa uzak durmamızı istemiyordu.

"İyi o zaman," dedim. "Hadi biraz gezelim."

Beyaz GökHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin