Multimedya, Avarielle Croce. Şarkımız ise Muse, Psycho.
Dünya'da sadece 3 canlı türü baskındı. Alexandrialar, strainler ve insanlar. Diğer canlılar tek tük var.
Alexandrialar özel güçleri olan mor gözlü varlıklardı ve gökyüzünde yaşıyorlar. İnsani değerleri yoktur doğuştan. Sonradan kazanırlar bu değerleri.
Strainler ise yeryüzünde dolaşan insan eti yiyen akılsız ve virüs kapan ölü insanlardı. Yeryüzü onlara aitti.
İnsanlar ise üst üste gelen bu felaketler ile baş etmeye çalışıyordu. Git gide yetkisini kaybediyordu.
Bu bir evrimleşme hikayesidir.
"I'm gonna break you."
"I'm gonna make you."
"A fucking psycho."
Bazen bir şarkı vardır. Tesadüfen dinlersin ama sonradan bağımlısı olursun. Öyleki sürekli onu söylersin. Durduk yere onu söylersin, canın sıkıldığında veya tuvalete gittiğinde... Okuldaki tek tren kullanan kişiyken söylüyorum bunu. Tren durağı bu saatlerde bomboştu ve nedensizce bu şarkıyı mırıldanmak istedim. Korkumdan dolayı mı mırıldanıyorum bu şarkıyı? Bence kesinlikle öyle.
Ah, korku... Korkuyu hissetmek... Korkuyu yaşamak...
Biz insanlar hayatımız boyunca korkuyla yaşarız. Korku, her zaman içimizdedir. Sadece çıkacağı zamanı kollar. Acaba şu an zamanı mıydı? Karanlık bir metroda siyah montlu bir adamla tren bekliyorum. Bence korkmalıyım. Ucunda hayatım bile olabilir ya da olmayabilir. Yine de korkuyorum. İçimdeki korkuyu dizginlemek için derin nefesler almaya başladım. Duygularımı saklamak için güzel bir yöntem.
Sakinleşemiyorum lanet olsun.
Saat şu an akşamın dokuzu ve yeraltının ezici sıcaklığı üzerime üzerime geliyordu. Bu da beni terletiyordu. Bir de bana bakan siyah montlu bir adam vardı ve terlemem iki katına çıkıyordu. Üstelik bir de göt korkusu vardı. Tikim olduğu için sallanmayı başladım. Bunu bırakamıyorum bir türlü. Sakin ol, gitmiş olabilir. Belki gitmiştir umuduyla ona bakmaya karar verdim.
Sallamamı durdurarak kafamı sağ tarafıma yavaş yavaş döndüm. Yoktu. İçimde yeşeren korku solmuştu. Bir strain ile uğraşamam. Daha önce sonu iyi bitmemişti. Kimberly Ocean, güven duygumu parçalamıştı. 2 yıldır bu yüzden yalnızım.
Güven konusunu bir kenara bırakalım, korktuğum başıma tekrar gelmedi. Derin bir 'oh' çektim. Bugünlerde Strainlerin bir üst kademe evrimleştiklerini söylüyorlardı. Yani Strainler giyinme ve avına hemen saldırmamayı öğrenmişlerdi. Sanki alexandria ırkına yaklaşıyor gibiler ama bu mantıksızdı. Yüzyıllardır var olan bir ucube nasıl bu kadar evrilmiş olabilir?
Aldırmadım. Zekam lise seviyesindeydi sonuçta. Bunları kafa yoracağıma, bana dokunmayan bin yaşasın demem gerek. Gerisini boşverelim.
Trenin sesiyle içimi aptalca bir sevinç kapladı. Basit bir kızdım eğer tanırsanız, böyle ufak tefek şeylerde sevinebilirim. Umarım bir sorun olmaz da tren hemen gelir çünkü inanılmaz bir şekilde uykuya ihtiyacım var. Ayrıca gözlerim de acıyordu. İşte bu, günün acı yorgunluğuydu.
Benim -yorgun olan benim- adım Avarielle. Diğerlerinden farklı olduğumu söyleyebilirim öncelikle. 3 tane gözüm yok ama 3100'lü yıllarda ortaya çıkan ilk kızıl saçlı insanım. 2055'te kızılların soyu tükenmişti ya da tükendiği sanılıyordu. Yeraltında yaşayan bilim adamlarına göre -ki bunlar ikiz abilerim, Albert ile Abraham- ailem bu geni senelerce taşımış ve sonunda bende ortaya çıkmış.
Tren önümde durunca hemen kendimi toparladım. Ölü gibiyim ve şu an nasıl dayanacağımı düşünüyorum. Yolculuk ölüm kadar uzun olacaktı. Çaresizce başa gelen çekilir diyerek trenin içine girdim ve bakındım. Saat 9'a göre tren bir hayli kalabaktı. Anlamadığım tek şey şu, mesailer akşam yedide bitiyordu. Peki bu kadar takım elbiselinin burada ne işi var?
Sinirle etrafıma bakındım. Oturulacak bir yer bile yoktu. Yine ayakta gideceksin diyerek trendeki en fark edilmedik bir yere geçtim ve ormanda bir gün geçirmiş gibi görünen saçlarımı hemen topladım ve kapşonumu kapadım. İnsanların saç rengimle ilgili görüşlerini dinleyemeyecek kadar yorgundum. Aslında, ben her zaman yorgundum.
Trendeki gördüğüm en farkedilmedik noktama -camın önündeki boş alana- gittim ve yüzümü iyice gizledim. Hem uyuyabilirdim de. Birkaç dakikalığına gözlerimi dinlendirsem bile yeterliydi.
Annem ile eskiler hakkında konuşurduk bazen. Güzel muhabbetlerdi. Annem dediğine göre eskiden insanlar müzik dinlermiş tren yolculuklarında ya da kitap okurmuş. Sanırım annem böyle demişti ama şu an yaşadığımız boktan şartlardan dolayı kimse şarkı söyleyemiyor, müzik dinleyemiyor veya kitap okuyup ve yazamıyordu. Hatta okudukları kitapları gizliyordu. Bizim de gizli bir kütüphanemiz var. Orası tam bir kitap cennetiydi.
Bazen diyorum ki keşke 2000'li yıllarda doğup büyüseydim o zamanlar Dünya o kadar da kötü bir değilmiş. O zamanlar tek sorun aşk acısıymış. En azından annem böyle demişti ancak şu an yapabileceğim bir şey yok. İki binli yıllara özenmem beni oraya ışınlamayacaktı.
Bu yüzden boşvermeliyim. Belki de Dünya o kadar da kötü olmamıştır. Hem kötü olsa bile hala biz üstünüz.
"Bayan! Bayan!"
Birisinin kolumu dürtmesiyle yerimde doğruldum. Yeni kapatmıştım gözlerimi oysa. Ses tonumun sinirli çıkmamasına özen göstererek konuştum. Uyandırılmaktan nefret ederim.
"Buyrun?"
Etrafıma küçük bir bakış attım. Beni dürten kişi askerdi ve anında ter bezlerimi harekete geçirmişti. Ayrıca tendeki insanlar hazır ola geçmiş bir şekilde duruyordu. Muhtemelen trenlerin televizyonlarından bir şey anons edilecekti ve kesinlikle askeri bir olaydı. Bu bir darbe bile olabilirdi. Kendimi hemen toparladım ve ben de diğer insanlar gibi hazır ola geçtim.
Asker yüzüme küçümseyici bir bakış attı ki bu da bir bok için ellerimi sıkmama neden olmuştu. Geçmişi bilmem ama geleceğin askerleri aptaldı. Şu an hem meraklı hem sinirli ve hem de korkuyorum. Umarım başımıza kötü bir şey gelmemiştir. Asker kalabalığa dönerek, "Ekrana bakın!" dedi ve hepimizin gözleri trendeki küçük ekrana sabitlendi. Sanki ayarlanmış robotlar gibiydik. Herkesin endişesi yüzünden okunuyordu. Kimse bu durumdan daha aşağısına düşmek istemiyordu.
Televizyonda başkan yardımcısı Gerald Vynom konuşuyordu ve ne zaman o konuşursa bir bok gelirdi başımıza. Adamı başkan yardımcısı değil de resmen felaket tellalı yapmışlar. Bu adamdan dolayı korkum bir seviye artmıştı. Sadece benim değil, herkesin de.
"Sevgili Tyreese halkı, Başkan Lernan'ın zalimce katledilmesi sonucu hükümetimizi geçici olarak Alexandria'nın başkanı Owen Turner yönetecektir. Başkan Lernan'ın ölükü hepimizi derinden sarstı. Bu yüzden şu an tek yapmanız gereken Başkan Lernan'ın ruhunun cennete gitmesi için dua etmek. Sağlıcakla kalın." dedi ve ekran kapandı. Herkes korkuyordu. Ben bile yerime sinmiştim. Biz artık yetkili değildik.
Artık ışık gibi yanan umutlarım söndü. Biz asla ve asla bir daha eskisi kadar iyi olamayacaktık. Tanrı, geçmiştekilerin hatalarını bize ödetiyordu.
Nemesis: Cezalandırıcı adalet.
Öhöm.
Umarım bu bölümü beğenmişsinizdir. Yazarken çok heyecanlandım ve bilmem kaç kere düzenledim. Umarım değmiştir. Hepinize iyi günler!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evrim: Umudun Doğuşu
Science Fiction"Ve bir gün, insan kendi kendini öldürdü." Yıl 3156. Bütün yaşam formları sona erdi. 3 tanesi hariç. Katil insanlar. Zombi strainler. Ve mor gözlü şeytan alexandrialar. Peki bir insan ile alexandria aşık olursa ne olur? Aşk ile bütün sorunlar aş...