Senga

170 13 6
                                    

Multimedya Sebastian. Şarkımız The Pierces'tan Three Wishes. İyi okumalar.

*

"Daha az kırılgan olacaktık,
Eğer metalden yapılsaydık.
Demirden kalplerimiz,
Ve çelikten akıllarımız (olsaydı)."

*

Bazen bir zincirin içindeymişsiniz gibi hissedersiniz. Ruhunuzun kanatları açmaya çaılışır ama zincirlerden dolayı hareket edemezsiniz. Ama şunu hiçbir zaman unutmadınız; "O zincirler bir gün kırılacaktı ve o zaman ruhumuz kuşlar gibi uçacaktı."

Bu yüzden hayat bizi her zaman bir felaket zincirine atar. Öfkelenir, sıkılır, çıldırır ve sonunda bir şekilde refaha erersiniz. Sanırım bugün, o gündü. Bugün refaha erecektik.

Owen Turner, bir suikasta kurban gitmiş gibi gösterilmişti. Nasıl oldu bilmiyordum, sanırım bu Dana'nın küçük bir sihriydi. Aile üyelerine gelince Jonathan ve Beatrice televizyonda küçük bir ağlama seansı gerçekleştirdiler. Evet, alexandrialara göre ağlama sebeplerinden biri olsa da, insanlar için rahatlama sebebiydi. Owen Turner, hayatı boyunca herkesin küçük kabusuydu, hani şu küçük yatak altı kabusları gibiydi. Hiç kimse haksız bir şekilde cezalandırılan o insanları unutmamıştı. Hayır, susmak kesinlikle unutmak değildi.

"Avarielle, o telefona ne zaman bakmayı düşünüyorsun?" dedi Beatrice. Ağlama seansından dolayı üzgündü ve ne hissedeceğini bilmiyordu. Ailesinin ölümüne mi üzülecekti yoksa refaha erdiği için sevinecek miydi? Kızgın mıydı, üzgün müydü yoksa mutlu muydu? Bunu kendinin bile anlamadığını bahse girerim. Yüzü bunu gösteriyordu.

Telefonu almak için yeryüzünden bir parçaya sahip olan pencereye veda ettim ve masanın üzerindeki telefona bakmaya gittim. Ortasına basıp ekranı açtığımda arayanın Jonathan olduğunu gördüm. Umarım basın toplantısı iyi geçmiştir çünkü Beatrice kaltağı bütün işi ona bırakmıştı. Hem kızgın hem de heyecanlıydım. Aniden heyecanlanmamdan dolayı ellerim titreyerek telefonu açtım.

"Alo?"

"Alo, nasılsınız?" diyen endişeli ve yorgun sese yüreğim birazcık parçalanmıştı. Jonathan, kız kardeşi ve benim için baya bir endişeleniyordu. Tabi bir de babasının ölümüyle ilgili yaptığı basın toplantısının stresi vardı üzerinde. Onu rahatlatlamak bana yani aşkısına düşmüştü. Evet, aşkım lafını hala unutmamıştım ve bu söz yüreğimi yakıyordu. Niçin dedi ki bunu?

"Ben iyiyim de Beatrice'i anlayamıyorum. Üzgün değil çünkü ağlamıyor, mutlu değil gülmüyor. Peki o zaman nasıl?" dedim. Aferin sana, hani onu rahatlatacaktın. Neden içinden geçenleri bir türlü saklayamıyorsun? Şimdi canını sıktın çocuğun. Seni felaket tellalı.

Bir kahkaha sesi geldi. Sanırım şu yağmur yağarken hissedilen hüzün, sonra gökkuşağı çıkınca mutlu olunur ya öyle bir kahkahaydı. Sanki günlük gülme vaktini unutmuş gibi hemen gülmüştü. Sinirleri bozulmuştu. Bunu anlamak için psikolog olmaya gerek yoktu.

Birden gülme sesi kesildi ve sakin bir tonla, "Kendi kendine düşünüyordur ve böyle durumlarda düşünmesi tehlikeli. Ne yapabiliriz ki?" dedi. Jonathan, Beatrice gibi değildi. Beatrice sadece şoka girerken Jonathan tüm işleri hallediyordu. Tabi bu durum Beatrice'e sinirlenmeme sebep oluyordu. Jonathan'ın tek başına güçlü davranmasını istemiyordum. Böyle günlerde kardeşinin de destek olmasını istiyordum. Kardeşler niçin vardı?

Aklıma gelen fikirle, düşüncelerimi hemen telefondaki konuşmaya yoğunlaştırdım ve Beatrice'e baktım. Hala bir aptal gibi oturuyordu. "Onu neşelendiremem ama bu belirsizlikten kurtarabilirim. Lütfen bana güven Jonathan, tamam mı?" dedim. O da rahatlamış bir sesle devam etti. "Gerçekten bunu bile yaparsan memnun olurum. Benim biraz daha işim var. Ayrıca Avarielle, beni bekler misin? Seninle konuşmak istiyorum." dedi. Kalbim yine koşuya çıkmış hızlandı. "Aşkım" lafından sonra bu bana fazla gelecekti. Yutkundum ve bunu sakin karşılamış gibi, "Tabiki yaparım. Tamam, görüşürüz." dedim kendimi sıkarak sakin olup telefonu kapadım. Acaba bana ne söyleyecekti?

Evrim: Umudun DoğuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin