-BASKIN-
ㅁㅇㅁㅇㅁ
Park Soo Na
Kayıp bürosu eğer böyle bir yerse kendime hatırlatayım da sınavlara gireceğim zaman bu bölümü yazmayayım. Kolay olmadığını biliyordum. Polisliğin her bölümünde fiziksel ve özellikle duygusal olarak güçlü olmak gerekiyordu. Halka karşı dik durmanız, onların güvenini her daim sağlalamanız gerekiyordu. Bu büroda çalışanlar gözümde profesyoneldi. Kadın karşısında yavrusunun feryadını tutuyorken onu son derece soğukkanlılıkla karşılıyor, rahatlatmak için ikramda bulunuyorlardı. İş olarak görmek belki de onların sığındıkları tek şeydi.
So Nia için bu durumda aynı şeyi söyleyemezdim. Belki acemilikten belki de bu bölümün ona göre olmadığından bilmiyorum, etkileniyordu. Belki de aldatılmış kalbinin acısını onu böyle kılıyordu.
İlgisini kadından çekti ve hüzünlü suratıyla bana baktı. Masada ki kahveye gözü kaydı ve "Dışarı çıkalım mı?," dedi. Molamın bitmesine biraz daha vardı.
Hayır demedim.
Montlarımızla karakolun arka bahçesine geçtik ve So Nia bir sigara yakarken bende yanında kahvemi yudumladım. "Nasıl gidiyor?" dedi açılmış sesiyle. "Aynı. Pek farklı bir şey yaptığım yok," dedim bende. "Her şey filmlerde ki gibi olmuyor," diye güldükten sonra bir süre kahvesini yudumladı. İlk iş yılıydı fakat yine de yorgun görünüyordu. İçimi okuyormuş gibi ağzını şapırdattı, "Kayıp ihbarı veren insanların çaresizliğini hissetmek insanı tüketiyor ve harekete geçmesi için dürtüklüyor ama- hemen harekete geçemiyorsun işte. O insanların evde nasıl bekledikleri düşününce..."
Bükük dudaklarımla "Neden polis olmak istedin?" diye sordum ılık sesimle. "Mülakatta mıyım şu an?" Kahvem soğumuştu. Cevap vermedi ve sigarasını küllüğe bastırıp sıcak buharı dışarı bıraktı. "Sen neden polis olmak istedin peki?" diye sorduğunda seyrek kaşlarını oynatarak, onun gibi ilgimi başka yöne verdim. Ötede ki çalılar güzel duruyordu. Utandığım bir soruydu. Çoğunluk gibi yüreğimle isteyerek ya da halkı korumak adına canıma ortaya koymak gibi bir arzuyla okumuyordum. Ya da ne bileyim intikam içinde bu yolu seçmemiştim.
Sadece seçmiştim işte.
İleriden ağzında henüz yakılmamış sigarasıyla Ekip Şefi Ho göründü. Diken üstünde hissetmem bir yana kıpır kıpır bir his ayaklarımı gıdıkladı. "İçeri geçelim," dedi So Nia. Omzuna dokunup "Sen geç," dedim gözümü şeften almadan. "Ufak bir işim var." Gözleri benimkini takip etti ve şefe selam verdi. Ardından gözden kayboldu. Botlarım ıslak zemini çiğnerken şefe selam verdim ve pozisyonu bozmadım. Elini rahat olmam için salladı ve ceblerini karıştırdı.
"Sizinle bir şey konuşmak istiyorum liderim."
Çakmaktan ufak kıvılcımlar çıktı ve ateş beyaz sargıyı kararttı. "Söyle," dedi sigaraya tutunan dudakları arasından. Derin bir nefes aldım ve pek düşünmeden "Yaklaşık iki hafta önce birini kurtarmak için bir kavgaya girdim," dedim ip üstünde bir sesle. Gözleri beni buldu ve "Evet, biliyorum," dedi. Kanıp kaynayıp kelimelerimi eritirken kontrolsüzce başımı biraz öne çıkartmış ve "Biliyor musunuz?" diye sormuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ꮃꮋꭺꭲ Ꮖꮁ̵ ꭲꮋꭼ Ꮪꮻꮇꭼꮻɴꭼ ⚝ ᎫᎫᏦ
RomansaARA VERİLDİ ❝ "Ne düşünüyorsun?" Başını çevirdi, gözlerime baktı. Kısa bir süreydi. "Seneye bugün ne olacak diye düşünüyordum." Tekrar geceye döndü ve derin bir nefes aldı. Dudaklarımı aralarken gözlerim yüzünden ayrılmayarak şu kelimeler döküldü: ...