altı - acısı olan insanlar beklerdi

30 5 2
                                    

acısı olan insanlar beklerdi

istanbul'da sonbahar - teoman

Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu. Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum. 

 didem madak


gece telefonu şarja takıp uyumaktan başka şansım yoktu. ders çalışacak motivasyonu kaybetmiştim ve sabah benim aramama karar vermiştim. iki kez aradığına göre bir şey anlatmaya çalışıyordu herhalde. saat yedide kendi kendime uyanıvermiştim ve iki saattir arasam uyuyor mudur diye düşünüyordum. kahvaltı yapmış, bir şeyler izlemiş, evi toplamıştım ve öğlene kadar da yapacak işlerim vardı ama önce aramayı gerçekleştirmek istiyordum. içime bir heyecan düştü mü oturuyordu tüm hayatımın ortasına.

merakımı dizginlemek için kalimbamı elime almış ve birkaç yeni şarkı ezberlemeye çalışmıştım ama elim istemsizce her seferinde düşünmeden çaldığım o şarkıya gidiyordu. 

istanbul'da  sonbahar. 

4′ 4′ 3′ 4′ 6′ / 3′ 3′ 2′ 3′ 6 / 7 1′ 7 3′ / 3′ 4′ 3′ (kalimba notaları)

birkaç müzik aleti deneyimim olsa da çabuk sıkılıyordum hepsinden ve bir süre sonra bırakıyordum. fakat çalmaya başladığım müzik aletine, çaldığım süre içerisinde kafayı takıyordum. kalimbayla olan yolcuğum diğerlerine göre daha uzun dürüyordu. sayılar istemeden aklımda kalıyordu ve notaları sayılardan oluşan kalimba beni daha çok cezbediyordu.

parmak uçlarımın acıdığını hissettiğim noktada masamın kenarına kalimbayı bırakıp mutfağa ilerledim. mutfakta kendime yeşil çay yaptıktan sonra aramak için tuşlamaya başladım. ne olduğunu çözmek için artık bunu yapmam gerekiyordu.  eğer o beni gece yarısı arıyorsa ben de gayet sabah arardım. en fazla uyanırdı, ne olmuş?

bu konu mevzu bahis olduğunda ısrarcılaşan tarafımı rafa kaldırarak aramaya başladım.

birinci çalış.

ikinci çalış.

üçüncü çalış, sanırım uyuyor kapatalım.

dördüncü çal-

'alo?' bir hışırtı sesi ve uyanmış ama uykuyu hâlâ tınılarında taşıyan ses karşıladı beni. hızlıca sesimi temizleyip karşılık verdim.

'alo, merhaba,'

cevap gelmeyen birkaç saniyenin ardından ne demem gerektiğini kestiremesem de 'rahatsız mı ettim?' dedim.

'yo, hayır. sadece dün gece suratıma kapatınca siz, ben aramanızı beklememiştim.' dedi ve yanlış anlaşılmayı en düzgün yoldan düzeltme yollarını düşündüm hızlıca.

'aaa, aslında yüzünüze kapamadım. telefonum kapandı ve siz iki kez arayınca, bir durum olup olmadığını teyit etmek istedim.'  bu resmiyet brni tatmin etmişti. ekranın ardında hafif hafif kafa salladığını hayal ediyordum tanımadığım yüzün.

'ya ben sizi başka biri sandım da, sonra sanırım durumu anladım.' birkaç saniyelik es verdi, 'hep şarjınız az mı kullanırsınız telefonu?' yumuşatmak istemişti söylediklerini kendince sanırım. başarısız bir girişim değildi ama benim buna ihtiyacım yoktu.

'kim sanmıştınız?' dedim önceki cümleyi hedef alarak. 'sapığınız falan mı?' 

sivas'ın cem yılmazı olma yolunda ilerliyordum, evet.

gülme sesi geldi, ardından 'önemli değil, boşverin.' bekledi biraz ve söyleyecek bir şeyler aradı 'başınız sağ olsun'

bekledim bir süre. bir belirti aradım bedenimde duyduğum cümle karşısında. kasılan tüm kaslarımdan başka bir tepki. acısı olan insanlar beklerdi. ben de bekledim. acıtmış mıydı duymak bunu? acıttığını sanıyordu insanlar. eve gelince sizi karşılayan sessizlik acıtıyordu, hasta olunca kendi kendine bakmak da veya kaç ekmek alınması gerektiğini bilememek. tüm bunlar acıtıyorken başın sağ olsun rutin bir temenniye dönüyordu. kaosun içinde, kaosun kaidesi olan kaosa hafif bir iç çektiren temenni. her sabah aynaya bakıp sessizce gözlerini yumup söyleyemediğin o gerçek bağımsız bir varlık sürüyordu dünyada. bazen dizlerime acı, gözlerime yaş oluyordu ama ben savaşıyordum kendimi bu harpten sağ çıkarmak için. her yer toz dumandı ama ben söz vermiştim kendime, iyileşmenin bir yolunu bulacaktım. yoklukla kavrulan kalbime bir merhem bulacaktım.

'teşekkür ederim, iyi günler' dedim telefonumu kapamak için hareketlendim. 

 'senden bir şey rica edebilir miyim?'

hızlıca seçtiği kelimelerle seçtiği sesinde sanki bir şeyler takılı kalmıştı. başlangıç ve sonlar vardı ve bir ricadan çok, emirle yalvarmanın arasındaydı. özürler iliştirilebilecek ama yine de kaygılarla dolu, öz'ün ben buradayım ama henüz tanıyamazsın dediği bir ses gibiydi. tüm bu düşünceler sanı mıydı yoksa sezgilerim mi karar veremiyordum. 

bir anda sizden sen'e geçişini sonra sorgulayacaktım. gittikçe tuhaflaşan bir konuşmaydı benim için.

'anlamadım?'

'bir yere, bir paket... götürebilir misin?'

gerçekten hiçbir şey anlamamıştım.

***kalima istanbul'da sonbahar

bir yıldız söner avuçlarımızda | biraz textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin