Kaptanın ardından sahaya ilerledik ama her zaman ki gibi kenarlardan yükselen dumanlarla korkup yolumuzu şaşırdık. Sanırım buna asla alışamayacaktık.
Kenara geçip bekledik ve isimleri okunan her bir oyuncu sırayla takım arkadaşlarının, yani bizim ellerine çaktı. Bu sefer ilk 6'da bende, Ebrar'da yoktu. Benim yerime Tuğba, Ebrar'ın yerine ise Meryem abla oynuyordu. İsveç maçı çekişmeli geçeceğini düşündüğümüz bir maçtı ve bu yüzden Guidetti ikimiz gibi genç oyuncular yerine daha tecrübelileri ile başlamayı seçmişti. Hem de iki maç üst üste oyunda olduğumuz için dinlenmiş olacaktık. Tabii bana sorarsanız, dinlenmek yerine oynamayı tercih ederdim.
İlk setin sonlarına gelmiştik ve tamda düşündüğümüz gibi aşırı derecede çekişmeli geçiyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Her öne geçtiğimiz de sevinç çığlıkları atıp diğer sayıyı bekliyordum ama rakip durumu eşitlemeyi başarıyordu. Ve tekrar aynısının olması ile sesli bir şekilde oflayıp kafamı önümde dikilen sevgilimin sırtına ardarda vurdum ve tek elimle formasını avuçlarken diğer elimle de ince kolunu tutup stresle sıktım. "Yeter artık!" Sanırım Gui'ye beni oynatmadığı için teşekkür etmeliydim çünkü bu hâlimle kendimi saha da düşünemiyordum. "Bekle, kazanacaklarına eminim." Bende güveniyordum takıma tabii ki ama insan stres olmadan duramıyordu. Ayrıca Ebrar'ın da stres olduğunu kaskatı vücudundan anlamıştım.
Ani yükselen sevinç çığlıkları ile kafamı kaldırdım ve sevinçle birbirine sarılan takım arkadaşlarıma baktım. "İşte bu be!" Coşkuyla bağıran Ebrar bana döndü ve belimden tutarak havaya kaldırdı, hızla kollarımı boynuna doladım. Ebrar etrafımızda dönerken, ben kahkaha atıyordum.
•
İlk setten sonra diğer setleride kazanmıştık ve ben son sette açtığımız büyük farktan sonra girmiştim oyuna. Tabii bu çokta uzun bir zaman olmadığı için, kendimi yormama gerek kalmadan galibiyete ulaşmıştık.
Şimdi ise Arena'nın koridorlarında, Vakıfbank'tan takım arkadaşım olan Isabelle ile konuşuyordum. "Seninle daha fazla oynamayı isterdim." Bir yandan gülümsüyor bir yandan da düzgün bir İngilizce konuşmaya çalışıyordum. "Evet, eğlenceli olurdu ama girdiğin o kısacık zamanda bile çok güzel geçti." dedi Isabelle, aynı benim gibi gülümseyerek.
O sırada omzum da bir kol hissettim. "Oo, Isabelle nasılsın eski dostum, iyisindir umarım." dedi ve aceleci bir tavırla beni kolumdan çekmeye çalıştı. "Hadi Çiselcim, otobüs gelmiş, insanları bekletmeyelim." Ben ona kocaman açtığım gözlerimle bakarken o sahte gülümsemesi ile hâlâ beni çekiştirmeye çalışıyordu. "İnsanların beklediği falan yok Ebrar, çekiştirmeyi bırakırsan arkadaşımla konuşuyorum." dedim ve uyarırcasına gözlerinin içine baktım. Küçük bir çocuk gibi oflayıp kolumu bıraktı ve yanımızda dikilmeye devam etti.
Gülümsememi gizlemeye çalışarak tekrar Isabelle'ye döndüm. "Açıkcası söylemek gerekirse, bütün bir takımı taşıyorsun ve görmeyeli gerçekten çok gelişmişsin." Isabelle utanarak kafasını önüne eğdi ve tatlı tatlı gülümsedi. "Teşekkürler." Son kez vedalaşıp birbirimize sarıldık, kaşlarını çatmış bizi izleyen Ebrar'ın da sahte gülümsemesi ile Isabelle'yi selamlamasından sonra otobüse doğru ilerledik.
"O kadar da abartılacak bir şey yok, normal oynuyor işte." dedi Ebrar huysuz ifadesi ile.
"Kıskanıyorsun diye harcama kızı, gayette başarılı." Ebrar şaşkınlıkla bana döndü ve işaret parmağı ile kendisini gösterdi. "Ne- Ben mi? Ben, kıskandım öyle mi?" Bende ona döndüm ve eğlenerek onu onayladım. "Evet, sen. Bal gibide kıskanıyorsun işte." Ebrar kaşlarını çattı ve şaşkınlığını üzerinden atarak ciddi, kendinden emin bir tavırla konuştu. "Kıskandıysam, kıskandım. Sevgilim değil misin kızım? Benden başka kim kıskanacak?" dedi ve son cümlesinde kıskançlığını yine belli etti. Kendimi tutamayarak kocaman bir kahkaha attım.
"Kıskan" Son harfleri uzatmış, cilveli bir tavırla omuzlarımı silkelemiştim.
"Kızlar hadi! Herkes bindi, sizi bekliyor."
🦄
Bi anda ilham perilerim geldi ve yazmadan duramadım
Gece 4:30 olduğunu özellikle belirtmek isterim.
Ben bayılıp kalmadan uyumaya gideyim en iyisi