İşgalin ilan edildiği gün..
Aralıksız olarak televizyonun karşısında dikilmeye başlayalı iki saatten fazla olmuştu. Spiker ciddi ciddi bir saldırı altında olduğumuzu anlatıyordu.
İşgal demişti. Amerika yıllarca sürdürdüğü müttefik yalanını bir kenara bırakıp açık açık üzerimize bomba yağdırmaya başlamıştı. Bununla ilgili bir kitap okuduğumu hatırlıyordum.
Babama sorduğumda "Anlaşmalar var, öyle bir şeye cesaret edemezler." demişti ama işte oluyordu. Anlaşmaları artık umursamıyor muydular? Yeni ABD başkanı mıydı bu kararı veren? Hafızamı yoklayıp adamın seçilmesinin üzerinden en az bir yıl geçtiğini hatırlayınca kafam karıştı. Bu onun kararı olmayabilirdi. Belki de Amerika'yı yöneten gerçek güçler tarafından verilmişti bu emir.
Karşımda dikilen kardeşimi fark edince gözlerimi ekrandan ayırmış oldum nihayet. Dolu dolu mavi gözleriyle birkaç saniye yüzüme bakıp kollarını belime sardı.
--"Abla, korkuyorum.." Mırıldanarak ve korkuyla konuşması karnıma ağrılar girmesine neden olurken ne diyeceğimi düşündüm. Karışmış koyu kahverengi saçlarını okşayıp:
--"Ablacım, korkma, savaş çıksa bile bize bir şey olmaz. Asker değiliz biz." dedim. Sözlerime kendim bile inanmazken onun inanmasını umuyordum. Kollarını çözmeden başını kaldırıp bana baktı. On yaşındaki bir oğlana göre çok zekiydi. Buna uygun çakmak çakmak bakışları bana hep babamı hatırlatırdı. Şimdi burada olmasını ne kadar isterdim. Ama yok.
Oğuzhan'ın ellerini tutup kendimden uzaklaştırdım ve diz çöktüm. Ben konuşamadan:
--"Savaş ne demek biliyorum abla. İnsanlar birbirini öldürür. Ya bizi de öldürürseler? Ben ölmeni istemiyorum abla. Annem de ölmesin." dedi. Gözyaşları akmaya başlayınca ben de daha fazla dayanamadım.
Normalde yalan söylemek konusunda pek zorluk çekmezdim ama bu defa söylenecek doğru kelimeleri, onu ölmeyeceğimize ikna etmenin bir yolunu bulamamıştım. Belki de bu defa önce kendimi kandırmayı başaramıyordum.
~~~~~
Günümüz...
Demir kapı koçbaşı haline getirilen kütükle üçüncü vuruşta kırılıp açıldı.
İçeri ilk giren elinde M-16 tüfeğiyle Mehmet'ti. Eliyle arkasındakilere durmalarını işaret ederken silahını kaldırıp olabilecek en sessiz adımlarla evin içine doğru hareket etti.
Birkaç adımdan sonra yine eliyle ekibin geri kalanına içeri girebileceklerini söylerken bakışları evin her yerinde dikkatle geziniyordu.
Salona girince arkasından gelenlere yol açmak için yana doğru bir adım attı ve hapşırmamak için kendini sıktı. Ev toz içindeydi. Arkadaşları eve dağılırken Mehmet iç merdivenlerden üst kata çıkıyordu.
Akşam güneşinin sarı ışığında posterlerle dolu duvarlara ve süslü kız odasına burun kıvırdı hemen. Üzerleri neredeyse yarım parmak toz kaplı kitaplara şöylece bir baktı memnuniyetsizlikle.
Merdivenlerde bir ayak sesi duyunca dönüp baktı. Gelenin kardeşi olduğunu görünce göz kırpıp araştırmaya devam etti.
Posterler, dergiler ve yabancı romanlarla dolu odayı küçümseyerek gezdi bir süre daha. İçinden: "Ne kadar basit. Tam bir ergen. Eminim ülkesinde ne olup bittiğini hiç anlayamamıştır." diye geçirdi. Neredeyse öfkeliydi hiç tanımadığı kıza karşı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaş Yarası
General Fiction"Savaş kötüydü. İnsan için olduğu kadar insanlık için de kötüydü. Bizim içinse parçalayan, savuran ve çürütendi." Leyla... Savaşın belki de en çok ezip, kırdığı.. Hayatı ve ailesi elinden alınan.. En çok umutlanıp, en çok dağılandı.. Arada kalan...