Arapsaçı

28 5 1
                                    


"Onda bir şey olduğunu biliyordum!" diye bağırmaya devam ediyordu Raph.
Cham kaybolalı bir saatten fazla olmuştu ama o hala öfkesini atmamış, içindekileri kusamamıştı. Dan'in olup olmaması da öfkesi için pek bir sorun teşkil etmiyormuş gibi gözüküyor, yanında küfürler edip kum torbasını yumruklamaya devam ediyordu.
"İnsanlar göründüğü gibi değil." diye bir şeyler geveliyordu Casey, elinde son pizza dilimi vardı ve yiyip yememek konusunda kararsız kalmış gibi bir dilime bir de Raph'e bakıyordu.
Leo ise bir köşeye oturmuş olayları izliyordu. Onu eve getiren ve bunların olmasına sebep olanın kendisi olduğunu düşünüyor bu yüzden de herhangi bir müdahalede bulunmuyordu.
Mikey odasına çekilmiş, notlarına bakıyordu. Notlarının hala yerinde olması ya Cham'ın zaten bunları bildiğini gösterirdi ya da cidden bir kurbandı. Kafasını toplamak için biraz temiz havaya ihtiyacı vardı, saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama temiz hava almadan ve evden uzaklaşmadan olayların çözülmeyeceğini anlamıştı.
"Ben nefes almaya gidiyorum." dedi ortak alanda toplanan ailesine ve iki yabancıya, Casey'i aileden sayabilir miydi?
Kimsenin onu duymadığını sanıp omzunu silkerek evinden çıkmıştı. Bilmediği şey ise gölgelerden birinin onu izlemeye devam ettiği idi.
##
Kaç gün oldu? diye tavanı süzüyordu Donnie, geldiği günden beri ki en fazla üç gün olmuştu ya odasındaydı ya da ona verilen sözüm ona laboratuvarda. Ama orada hala ne yaptığını bilmiyordu. Bir şeye bir şeyler karıştırıyor, bir şeyleri patlatıyor ya da bir şeyin iğrenç kokmasına sebep oluyordu. Onun haricinde de Karai ile bo çalışıyor ve yeni teknikler öğreniyordu. Acaba onun, onları bırakmayacağını falan mı düşünüyorlardı? O yüzden mi bu kadar rahat bir şekilde ona yeni şeyler öğretiyor, onun gelişmesini izliyorlardı?
"Ama bu çok saçma!" diye ellerini havaya kaldırıp bağırdı, kimsenin onu duymadığını ve duymayacağını biliyordu. Koca evrende olduğu gibi odasında da yapayalnızdı.
"Yine neler düşünüyorsun kaplumbağa?"
Karai'nin onu dinlediğinden şüphelense de onunla konuşmak hoşuna gidiyordu. Yattığı yerden doğrulup kapıda dikilen kıza baktı.
"Niye her bağırmamda seninle karşılaşıyorum?"
"Belki de ben de bağırıyorumdur."
"Nasıl yani?" diye şüpheyle baktı Donnie, yüzünde anlamamanın verdiği salakça bir ifade vardı.
"Boş ver, bugün hiç havamda değilim zaten. Sadece sana bakıp gidecektim."
"Buradan hiç dışarı çıkmadın mı?" Bir anda pat diye sormuştu Donnie, neden böyle bir soru sorduğunu da bilmiyordu.
"Hayır." dedi beklemeden, bu soruyu bekliyormuş gibi Donnie'nin yüzüne bakıyordu. "Gideceğim bir yer yok, ya da daha doğrusu döneceğim."
"Niye bu kadar şifreli konuşuyorsun? Tamam biliyorum aynı takımda değiliz ama şu an aynı şeyleri paylaşıyoruz. Kendini biraz daha açıklamak ister misin?"
"Kaplumbağa!" dedi Karai, sesinin sert çıkmasını istese de sesindeki tını onu ele veriyordu. "Özel şeyleri seninle konuşacak değilim."
"Özel şeyleri dinlemek istemiyorum zaten, benimkiler bana yetiyor." dedi Donnie, kabuğuna çekilemediği için birleştirdiği bacaklarının çevresini kolları ile sararak. "Kardeşimle kavga edip onu yaraladıktan sonra özel şeyler konuşacak son kişiymişim gibi geliyor."
"Onu nasıl yaraladın?" dedi Karai, konu ilgisini çekmiş gibiydi. Kapıyı arkasından kapatarak içeri süzüldü ve Donnie'nin yanına, yatağa oturdu. "Hiç kardeşim olmadı, buradakileri yaralamak da oldukça kolay." Sonra da gülerek Donnie'ye baktı. "Bunu zaten biliyorsundur."
"Kardeşim, Leo, mavi bantlı olan, o bizim liderimiz. Ama ben onu... Onu lider olarak görmediğimi söyledim."
"Bu birini ne kadar yaralayabilir ki?" dedi Karai, şaşırmıştı. O, daha çok fiziksel bir yaralanma bekliyordu.
"Biri seni sözleri ile yaralamamış galiba." dedi Karai'yi süzerken. "Fiziksel yaranın iyileşmesi hızlıdır, iz kalır ama iyileşir. Duygusal yaralanma ise daha kötüdür, beyne işler ve gerekli gereksiz herhangi bir durumda hatırlanır. Hatta beyni yediği bile söylenebilir, bu yüzden ihmale uğrayan çocukların zeka seviyeleri düşüktür."
Ders vermeye başladığını anladığında sustu ve Karai'nin tepkisini izlemeye başladı. Duyduklarını sindirmeye çalışıyor gibiydi.
"Baban neden babama kızgın?" dedi Donnie, bir anda soruvermişti.
"Bilmiyorum." dedi Karai, fısıldar gibi bir sesle ve önüne bakarak. "Hiçbir fikrim yok, ayrıca o babam mı ondan bile emin değilim." O da Donnie gibi bacaklarına sarılıp kendini koruma pozisyonuna geçmişti. Bu kavga ne zamandır ve neden vardı?
##
Temiz hava, diye düşündü Mikey, New York'un egzoz kokan havasını iyice solurken. Kirli bir temizliği var, ama evde olmaktan iyidir.
Havanın kararmaya yakın olduğunu çıkınca fark edip mutlu olmuştu, ücra köşelerde dolaşıyor, insanlardan olabildiğince uzak durmaya çalışarak kendini rahatlatmaya çalışıyordu. Olaylar daha ne kadar saçma bir hal alabilirdi? Şimdi ne olacaktı uzaylı istilası mı?!
"Yok deve!" diye bağırdı birden, yere düşen UFO gölgesini görür görmez. Ama korktuğu şey sadece bir lambanın yansıması idi. "Çıldırmama bir gram kaldı." dedi, sırtını duvara vererek otururken. "Daha fazla zeki kişiyi oynayamam, bu bana çok." Kafasını ellerinin arasına alıp yavaşça nefes almaya başladı, düşünmek istemiyordu, düşünmek beynini acıtıyordu. Ama şu an tek düşünebilen de oydu.
"Ahh Donnie, bir daha seninle dalga geçmeyeceğim." Kafasını duvara dayayıp gökyüzüne bakmaya çalıştı, ama ara sokaklardaki çamaşır ipleri ve sokak lambaları gökyüzünü engelliyordu.
"Mikey?" dedi April şaşırmış bir şekilde, "Ne işin var burada?"
"Hava alıyordum." dedi Mikey, April'ı görmek onu mutlu etmişti. "Sen?"
"Sizin yanınıza gelecektim." dedi yerdeki kanalizasyon kapağını gösterirken. "Buraya yakın bir yerlerde içiyordum, birkaç fısıltı duydum ve size bunu söylemek istedim."
"Fısıltı mı?" Mikey kafasını kaldırıp April'ı süzmeye başladı. Sonuçta o bir gazeteci idi, fısıltılar onun işiydi ama araştırmadan onlara söyleyecek olması...
"Merak etme araştırdım." dedi gülerek, Mikey'nin beynini okumuş gibi. "Geçen bir laboratuvara girdim sırf bu yüzden, neyse ki yakalanmadım." Mikey'nin yanına oturup fısıltıları anlatmaya başladı, kayıp bir bukalemun ve insan deneyleri hakkında birkaç şey söyledi.
"Laboratuvarda ne buldun peki?" dedi Mikey, onu geçen laboratuvara girerken gördüğünde daha Cham ile tanışmamışlardı.
"Hiçbir şey, beyaz örtü serilmiş masalar, bal dök yala bir zemin haricinde hiçbir şey. Bu da bana çok şey anlatır."
Anlamamış bir ifade ile April'a baktı.
"Oranın iz kalmayacak şekilde temizlendiğini anlatır yani şapşal. Donnie ya da Leo kızmasın diye odanı hiç temizlemedin mi? Bu da benzer mantık."
"Haaa!" dedi Mikey, yaşadığı aydınlanma yüzünde parlamaya sebep olmuştu. "Bu arada..." dedi Mikey, konuya nasıl gireceğini bilmiyordu. Donnie'nin April'a hisleri olduğunu biliyordu ama April Donnie'ye ne hissediyordu bilmiyordu ve nasıl bir tepki vereceğini merak etmişti. "Donnie evde değil."
"O laboratuvar kaplumbağası yine neler peşinde?" dedi April kıkırdayarak.
"Onu ben de bilmiyorum." dedi sesindeki belirsizlik ve çaresizlik April'a bir tokat gibi vurmuştu.
"Ne demek istiyorsun? Ona ne oldu?"
Ona aşık mı acaba, diye April'ın yüzünü inceledi Mikey, ama April'ın yüzünde sadece şaşkınlık ve korku vardı.
''Ne olduğunu kimse bilmiyor,'' dedi yorgun bir sesle ve olan biteni anlatmaya başladı.
''Vay canına...''
Başka tepki verecek durumda değil gibi gözüküyordu, tek tepkisi bunu demek ve karşılarındaki pis duvara gözünü dikip bakmak olmuştu.
''Yani Shredder ile mi gitti diyorsun? Ama nasıl ve neden? Yani anlamıyorum... Beynim almıyor.''
''Dünyama hoş geldin.'' dedi Mikey, sonunda birinin onu anladığını düşünerek. ''Ben de bunu çözmeye çalışıyorum.''
''Çözmeye mi?'' Şaşırmıştı, Mikey ve olayları çözmek... Bu daha çok Donnie ve Leo'nun işi gibiydi sonuçta.
''Evet bir şeyler çözmek benlik değil ama iki dahi de ortalıkta yok. Yani Leo bizimle ama o kadar dağılmış duruyor ki yüzüne bir tane çakıp 'kendine gel adam!' dememek için kendimi zor tutuyorum.''
''Bayağı zor zamanlar atlatıyormuşsun.'' dedi April, önüne bakarken. ''Peki olayı nasıl çözmeyi planlıyorsun? Önüne bir anda çözüm düşmeyecek ya?''
Yanlarındaki çöpten sesler geldiğini duyunca şaşkınlıkla sağ taraflarına baktılar, yere düşen birkaç çöp kapağı ve poşetler dışında bir sorun yok gibi görünüyordu, büyük ihtimal birkaç kedi karınlarını doyurup çöp kutusundan çıkmışlardı.
''Beni izlemen hoş değil Cham.'' dedi Mikey, kendinden oldukça emin bir sesle ve konuşmasına devam etti. ''April bu Cham, Cham bu April.''
''Evet özür dilerim, sadece nereye gideceğimi bilemedim.'' dedi Cham görünür olurken. ''Ve seni görünce de yanına geleyim dedim ama kuyruğum...'' Özür dilercesine kuyruğuna bakarken konuşmasına devam etti. ''...her yeri darmadağın etti.''
''Sen o fısıltılardaki bukalemunsun.'' diye ayağa fırladı April. ''Leo'nun eve getirdiği!''
Son cümle Mikey'nin kulaklarının dikilmesine sebep oldu, eğer bir köpek olsaydı böyle bir görüntü onu ortaya çıkartacaktı. Ama şimdi bir şey demeden ve tepki vermeden konuşmaları dinliyordu.
''E-evet.'' dedi Cham, sesi sahte geliyordu.
Mikey Cham ile ilk tanışmasını hatırladı, bir anda çıkıp onu korkutmuş olsa da Cham genel olarak ürkek biri gibi gözüküyordu. Anlaşılan görünenlere inanmamak lazımdı.

Kardeşlik KaplumbağasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin