Görünmez

218 11 13
                                    

New York'un mavimsi gökyüzüne açılan kanalizasyon kapağı ile birkaç güvercin uçuşmuştu. Kanalizasyondan gelen dört tane iri kıyım kaplumbağa günlerini nasıl geçireceklerini tartışıyorlardı. Hepsinin de yüzünde bir göz bandı vardı ve dört farklı renkten oluşuyordu.
Grubun önündeki mavi göz bandı takmış, siyah bir kapüşonlu giymişti, burası benim der gibi gururlu, kararlı ve kendinden emin bir şekilde basıyordu zemine. Arkasından gelen turuncu bir bant takmıştı, öndekine bir şeyler anlatıyordu. Kafasında NYC yazan bir kasket vardı ama ona büyük gelmiş gibi her adımında sıçrıyordu.
Arkalarından gelenler daha sakindi, konuşmuyor sadece etrafı süzüyorlardı. Kırmızı göz bandı olan sert gözükmeye çalışıyordu, kollarını önünde birleştirmiş sinirli bakışlarla adım atıyordu. Mor bantlı olan ise daha mağrurdu, yavaş ve ürkek adımlarla grubun bir adım gerisinden geliyordu.
Bunlar dört ergen kaplumbağaydı, New York'un koruyucuları. Herkes uyurken devriye gezer ve onları korurlardı, ama kimse onları bilmezdi, biri dışında kimse...
"Hey April!" diye atıldı turuncu göz bantlı, "Bugün ne oldu bilemezsin!" Bir yandan da kahkahasını bastırmaya çalışıyordu. "Raph sırt üstü düştü ve olduğu yerden kalkamadı, tıpkı gerçek bir kaplumbağa gibi!" Sonra ise kahkahasını koyuverdi.
"Bunda gülünecek bi şey yok!" dedi kırmızı göz bantlı, sinirli bir şekilde. "Sonuçta ben de bir kaplumbağayım."
April kıkırdamaya başlamış, hafif esmer yüzünde yanakları kızarmaya başlamıştı.
"O halini görmek isterdim Raph." dedi gülmesini gizleyerek.
"Hey biliyor musun, bir daha yukarı gelirken şu ufaklığın ağzını bantlıca'm!" dedi Raph, en öndeki mavi göz bantlının koluna vurup turuncu olanı gösterirken.
"Üzgünüm ama buna izin vereceğimi sanmıyorum, en azından bu seferlik. Ahhhh dostum kendini görmeliydin!" deyip bir kahkaha da o patlattı. "Hey Donnie o anı ölümsüzleştirdiğini düşünmem sence abes mi?" dedi sonra da, grubunun en sonundaki mor göz bantlıya seslenmişti, ama o onu hiç duymuyordu. "Hey Donnie sana diyorum!" diye tekrar bağırdı ama yine bir tepki alamadı. En sonunda ısrarı bırakıp tekrar önüne döndü.
Donnie ise o an hayattaki belki de en önemli şeyi düşünüyordu; neden yaşıyordu? Hem de bir kaplumbağa olarak? Bunu uzun zamandır düşünüyordu ama bu gece nedendir bilinmez daha da merak etmişti, onca insanı kurtarıyor birilerine yardım ediyordu. Tamam belki bir teşekkür iyi olabilirdi ama sadece teşekkür için olmadığını biliyordu, başka bir şey vardı.
Kaçamak bir bakışla April'ı süzdü, zeki ve güzel bir kızdı ve gariptir ki onları ilk gördüğünde de onlardan korkmamıştı. Bunun nedenini hep merak etmişti, yani şöyle bir durup bakınca kendisi bile yeni bir olay karşısında korkardı. Ama o... Sadece biraz şaşırmış sonra da bunu umursamamıştı. Bunun arkasında bir şey olmalıydı.
"Hey Donnie adamım!" diye koluna vurdu turuncu göz bantlı. "Daldın gittin öyle. Neyin var? Yoksa hasta mısın?" Gözlerini büyüterek mor bantlıyı süzüyordu.
"Yok hayır ama bugün devriye gezmek istediğimi sanmıyorum." dedi biraz utanarak.
"Bunu aşağıda söyleyebilirdin." dedi en öndeki mavi bantlı ve arkasını dönüp sağ elini Donnie'nin omzuna koydu. "İstersen eve git ve laboratuvarınla ilgilen. Bugün biz hallederiz."
"Bundan emin misin? Yani biriniz sırt üstü düşünce kalkamıyor da!"
"Sen de mi zeka küpü!" diye bağırdı Raph, ellerini aşağı yukarı oynatırken. "Bir kere oldu bir!" Diğerleri ona bakmadan gülmeye devam ettiler, en sonunda ise bakışıp ayrıldılar. Mor bantlı hariç herkes çatılara doğru hareket edip gözden kayboldu.
"Eee Donnie, neyin var?" dedi April, ellerini göğsünde bağlamıştı. "Kafanda yine ne tilkiler dönüyor?"
"Hiçbir şey, sadece laboratuvarda yarım kalan bir işim var."
"Senin yarım kalan bir işin var ha? Bu günleri göreceğimi hiç beklemiyordum." dedi hafifçe gülerek Donnie'nin arkasından bakarken. "Beklemezdim."
O sırada ayrılan kaplumbağalar çatıların üstünde gezinip herhangi bir olay var mı diye etrafı kolaçan ediyorlardı. Hiçbir sorun yok gibiydi ama şu da bir gerçekti ki orası New York'tu, asla uyumayan şehirdi, yani her an bir yerden bir ses gelebilirdi.
Raph elindeki sailerini bir sağa bir sola sallayarak yürüyor, bugün başına gelen o garip olayı düşünüyordu. Tavanda gördüğü o garip gölge de neyin nesiydi? Kalkamamasının esas nedeni oydu, biri evlerine girmişti. Gölgenin geçişini izlerken bir şey fark etmişti, gölgenin cebinden düşen bir şey vardı ama onu bulamamıştı. Galiba yanlış görmüştü. Derin bir nefes alıp Özgürlük Anıtı'na doğru baktı, her şeyi gören bu koca kadın acaba onları da izliyor muydu?
Mikey kafasındaki kasketi çıkarmış çatıdan sarkan bacağının üstüne koymuştu. Bir şeyden korkuyordu, kardeşlerine söyleyemediği bir korkusu vardı. Şapkanın kenarları artık yırtılmaya başlamıştı, çıkan ipler ile oynarken düşüncelere dalmıştı.
Garip bir şey görmüştü bugün, tam da Raph'in sırt üstü düştüğü sırada, bir karartı yanından geçmişti ve de cebinden bir şey düşürmüştü, üstünde 'insan' yazan bir sıvı. Cebinden bu sıvıyı çıkartıp baktı, yeşil renkte oldukça akışkan bir sıvıydı, onları bu hale getiren sıvı gibiydi. Ama üstünde niye 'insan' yazıyordu ve yanından geçen o karartı... Bir cismi yoktu, bundan emindi. Ama kimse görmemiş olmalıydı ki işi şakaya vurmayı seçmişti. Bunu kendi araştırmak istiyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Derin bir nefes aldı ve şapkasını kafasına takıp kasketi arkaya çevirdi, araştırılacak çok yer vardı.
Leo bir o çatıya bir diğer çatıya geçiyor, ara sokakları kontrol ediyordu. Günü kötü başlamıştı zaten, birkaç kişi dövmek istiyordu.
Her zamanki gibi sabah altıda uyanmıştı, ustası gibi. Geceleri sokakları kolaçan ediyor olsa da bir sabah rutini vardı, en azından birkaç saat de olsa bunları yapıyor sonra kardeşleri gibi o da öğlen uykusu uyuyordu. Ama o gün garip bir şey olmuştu, sabah rutininden sonra odasından bir şeyler alınmıştı. Özenle yapmış olduğu Zen bahçesi dağılmış, kumları tekrar düzenlenmişti. Bu Mikey'in işi de olabilirdi tabii ama o olmadığını biliyordu, garip bir his birinin onu gözetlediğini söylüyordu.
O arada çatının kenarına gelmiş dengesini kaybetmişti, aşağı düşerken pencereler arasındaki çamaşır iplerine tutunmaya çalıştı ve yere daha yavaş bir şekilde düştü, ama sırtı acıyordu. Olduğu yerde doğrulurken yine aynı his tüm vücudunu yaladı; biri onu izliyordu!
''Kimsin?!'' diye şiddetle bağırdı, ne acısını ne de birinin onu görebileceğini umursuyordu. Ama ses gelmedi. ''Kimsin?'' diye yineledi aynı şiddette ama hala ses yoktu ve bu onu çıldırtmaya başlamıştı.
Sırtından kılıçlarını çekti ve etrafında zikzaklar çizerek onları sallamaya başladı, ta ki bir ses duyana kadar.
''Ah!'' diye inledi biri boşlukta ve yere düşerek karnını tutmaya başladı. Dizleri üstünde doğrulup elindeki ılık sıvıya baktı, kanıyordu.
''Bunu yapmak zorunda değildin!'' dedi sertçe ve olduğu yerde bayıldı.

*Düzenlenmiştir*

Kardeşlik KaplumbağasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin