Süleyman'la annesi; Hafsa Sultan, bu insanı hayretler içinde bırakan olayın neticesinde, çardaktan biraz uzaklaşıp, bu mevzu üzerinde konuşmayı seçmişlerdi. Fazla uzaklaşmadıkları için, onları çardaktan görebiliyorduk. Hatta o kadar yakınlardı ki, bazen seslerini duyuyor, lakin tam olarak kestiremediğimden, ne söylediklerini anlayamıyordum. Ancak bir taraftan da ne konuştuklarını merak etmiyor değildim. Neyse ki, bu konuşma çok uzun sürmedi. Yüz ifadelerinden anladığım kadarıyla Hafsa Sultan, oğlunun sinirlerini yatıştırabilecek derecede onu ikna etmeyi başarmıştı. Kolunu ikna edilmiş görünen Süleyman'ın sırtına atan Hafsa Sultan, oğluyla birlikte kısa sürede gözden kayboldu. Tabii benim gibi sarayın her bir köşesini karış karış bilen bir insan için, nereye gittiklerini tahmin etmek zor olmadı. Harem'in kapısı, çardaktan ne kadar uzakta olsa da, gittikleri yönden, Harem'e gittiklerini anlamıştım. Peşlerinden gitmemek için hiçbir neden kalmamıştı artık..
Biraz sonra, Harem'in içindeydim. Bütün hızımla, Süleyman'ın odasına doğru gidiyordum. Tek istediğim ve endişe ettiğim; Süleyman'ın bir an önce teselli bulabilmesiydi. Onun acı çekmesi, benim de acı çekmem anlamına geliyordu. Onun için olan endişemi, etime iliğime kadar hissediyordum o an.. Sanki o kendini iyi hissetmezse, bütün Dünya kararacak gibiydi... Ne garip. Bu tür hisleri hala yaşayamıyor olmanın verdiği hüzünle, o günleri, bu bakımdan özlemiyor değilim.. Sanırım aşkı özlemeye başlıyorum... Ve tabii, aşkı doya doya yaşayabildiğimiz o gençlik yıllarını... Hayatımdan çıkardığım derslerden biri de, gençliğimiz elimizden kayıp gitmeden, aşkın tadını çıkarabilmek... Siz siz olun, hazır gençken aşk denilen bu güzel şeyi, doyasıya yaşayın... Tabii, sizi mutlu eden şey buysa.. Herkesin mutlu olduğu şeyler, bambaşka şeyler olabilir, öyle değil mi ? Herkesin mutlu olduğu şeylere saygı duymak, ve onları küçümsememek bizler için bir zorunluluk..
Çok geçmeden Süleyman'ın kapısının önüne kadar gelmiş, ve kapıyı kısa zamanda tıklatmıştım. İçeriden müsade eden her zamanki ses duyulunca, kapının yanındaki ağalar açıverdi kapıyı. Kapıdan içeriye girerken, gözlerimin hafif sulanmış olduğunu o an farketmiştim.
"Refika ?.." dedi Süleyman. Sanki beni beklemiyormuş gibi bir hali vardı.
"Ne oldu ? Beni beklemiyor muydun ?" dedim hafiften naza çekerek.
"Ee.. aslında pek uygun bir zamanlama olduğu söylenemez ancak ne demek, geç buyur otur, sen de katıl bize..."
"Bize ??.."
"Validem.. Birazdan geleceğini söyledi..."
"Anlıyorum.." dedim Süleyman'ın yer sehpasının önündeki sedirlere doğru yaklaşırken. "Birkaç dakika kulak misafiriniz olmak isterim... Zira bu mühim hadise, hepimizi sarstı.." derken, çoktan kendimi sedirlere otururken bulmuştum.
Süleyman, bu söylediklerime yalnızca tebessüm ederek, ve kafasını onaylarcasına hafif öne eğerek karşılık vermeyi seçmişti. Ben de ufak bir tebessümle, durumu idare ettim. Derken odanın kapısından gelen tıklatma sesleriyle, atmakta olduğum tebessüm, şaşkınlıkla birleşti. Kulağıma çarpan "tık tık" sesleri, kafamın kendiliğinden kapıya doğru dönmesini sağlamıştı. Fazla beklemeden, kapının kanatları iki yana doğru açılıverdi.... İçeriye gelen, elbette beklenildiği gibi; Hafsa Sultan'dı. Onu görür görmez, ikimiz de saygı gereği, ayağa kalktık.. Lakin Hafsa Sultan, bu karşılama fasıllarından artık bıkmışçasına, hemen bize oturmamızı söyleyip geçiştiriverdi her şeyi.. Öyle ki, Süleyman'ın tam karşısındaki duvarın altında bulunan sedirdeki yerini, bizden önce almıştı. Benim burada olmamı da epey normal karşıladığını, yüzünden okumuştum. Ben bundan dolayı kendimce rahatlarken, o, Süleyman'a hitaben sözü açtı;
"Aslanım... Anlattıklarım seni biraz rahatlattı mı ? Ne durumdasın ?.."
"Validem, size teşekkür ederim, içimin epey bir rahatlamasına vesile oldunuz.. lakin, sanki hala çocukmuşum gibi de bu kadar ilgi göstemeniz pek hoş kaçmıyor sanki.."
Süleyman'ın gözü, bunları söylerken hafiften bana doğru kaydı. Anlaşılan, benim yanımda annesinin onunla bu kadar ilgileniyor gibi gözükmesine bozulmuştu. Zaten benim de niyetim fazla uzatmak değildi.. Süleyman'ın durumunu farkedince, hemen ayaklanıp müsaade istemek için giriştim.
"İzninizle.. Ben artık gideyim..." İkisinin önünde de teker teker eğildim.
Süleyman, neden gittiğimi anlamış olacak ki, pek ses çıkarmadı. Zar zor valide sultanın da neden gittiğimi sorgulamasını da atlattıktan sonra, odayı 5 saniyeyi bile bulmadan, terk etmiştim...
Artık dışarıdaydım. Koridorda yürümeye başlayınca, yine kendi kafamın içindeki düşüncelere daldım. Valide Sultan, Süleyman'a her ne anlatmışsa, Süleyman kısa sürede ikna olmuş ve, şaşılacak derecede sinirlerini toparlamıştı. Bu anne oğulun ilişkisinin ne kadar sağlam temellere dayandığını zaten uzun zamandır gözlemliyordum ancak, böyle bir gözleme ilk kez tanıklık etmiştim. Yaşadığım bu hadiseler sayesinde, aralarındaki ilişkinin ne kadar sağlam olduğunu en çok bugün görebilmiştim.
![](https://img.wattpad.com/cover/16023450-288-k240711.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
REFİKA HATUN
Historical FictionSultan Süleyman'ın şehzadelik dönemindeki ilk aşklarından biri olan, Tarih'te Fülane Hatun olarak geçen kadının hikayesini anlatıyoruz... REFİKA HATUN.