Oldukça sıkıcı geçen bir dersin ardından hemen koridor çıkışına gittim:
-Sanırım toparlanması biraz zaman alacak.
Dedim içimden. O anda durup düşünmeye başladım. Nasıl davranmam gerektiği üzerine düşüyordum. Çünkü o karşımdayken yanlış yapmaktan çok korkuyordum.
Gözüm koridorun en başındaki sınıftaydı. Toplasan 90 metrelik bir alan ama sanki kmlerce ötedeymiş gibi geliyordu. Az sonra sınıfın kapısında görünmüştü. Kahverengi pantolonun üzerine giydiği siyah bluzunun üzerine dökülmüş uzun dalgalı saçlarıyla kalbimi yerinden etmişti. Öylece bakakalmıştım ki birden adımı söyledi "Sipan!"
O doksan metrelik yolu aşmış yanıma kadar gelmişti. Bana seslenmeyene dek bunun farkında değildim.
-Beni incelemen bitti ise artık çıkalım mı?
Dedi alaycı bir tavırla.
-Pardon sadece dalgınlık işte. Ormanda biraz yürüyelim mi? (Okuduğumuz üniversite, AİBÜ, orman içersine kurulmuş oldukça güzel bir kampüse sahipti. Dolayısı ile yürüyüş yapacak sayısız alan mevcuttu.)
- Peki neden olmasın bugün hava güzel gibi. Hem konuşmuş oluruz.
Yürümeye başladık ama tuhaf bir şekilde hiç konuşmuyorduk. Oysaki içim fırtınalar ülkesi. Dakikalarca susmaya devam ettik ikimiz de. Birimiz yüreğindeki zinciri kırıp dile getiremiyordu içsesini. Korktum. Öylece yürütmekten dahi. Ağaçların uğultusunu hissedebiliyordum. "Her insanı anlatan bir ağaç vardır." deniyordu bir filmde. Öyleyse şu önümdeki ağaç kesinlikle beni anlatıyordu. Dalları birbirine karışmış, uzunca ama az da eğik,yaprak dökmüs kapkara bir ağaç. Türünü bilmiyorum ama onda kendimi buluyordum.
Öyle anlamış olacak ki:
- Böylece susmaya devam edeceksin sanırım. (Çok belli ediyor olmalı sessiz kalmayı istiyor olmam.)
- Konuşacak bir şey bulamıyorum.
- Gözlerin öyle söylemiyor ama?
- Ne görüyorsun gözlerimde?
- Zengin bir çocuğun oynadığı pahalı oyuncakları seyreden fakir bir çocuk gibi bakıyor onlar. O çocuk oyuncağını seninle paylaşsa dahi oynamayacak gibisin. Korkuyorsun çünkü öyle bir oyuncağa sahip olmaktan.
- Bu kadar çok şeyi nasıl çıkardın çoğunlukla yaştan öte hicbir şeye yaramayan bu gözlerimden?
- Sen tüm bu anlamları yalnızca bu gözlere yüklemişsin.
- Evet. Sanırım içsel yaşıyorum çoğu şeyi. Ama ne kadar saklarsan sakla bazı şeyler seni hep ele verir. Beni ele veren de gözlerim olmalı sanırım. Yanı en azından senin gördüğün kadarıyla. Zira ben kendimi tanımaktan hep kaçmışımdır.
Bu cümlelerden sonra nedense sustu. Birden kafasını kaldırıp kararlı bir şekilde gozlerime baktı. Onu gördüğüm günden beri belki de ilk kez o gözleri, içimi sıcak bir lav gibi patlatan o gözleri, bu kadar yakından görüyordum. Bir dakikadan az sürdüğünü tahmin ettiğim bir bakışmadan sonra:
- Sen gözlerimde ne gördün?
Başımı eğdim usulca. Konuşup konuşmamak arasında nazlı nazlı salınan bir bir rüzgardı gözlerim. Karar vermeden konuştum.
- Geleceğimi! Tüm hayatımı.
Gülümsedi. Onu gulumserken gördüğüm ender anlardan biriydi. Hemen aklıma kazıdım. Aklım benim tek şahidimdi artık.
- Artık gidelim mi?
Diye sordu az utanarak. Öyle bir kızarmıştı ki beyazca yanakları aklımda onları öperek kutsamaktan başka bir şey gelmedi. Yürüdük öylece. Durağa kadar geldiğimiz andan itibaren hızlıca uzaklaşmaya başladı. İnsanlardan kaçıyordu. Ya da benden. Bilemedim, bilseydim keşke.
...