Aşkı Tanımak

95 5 0
                                    

Yurdunun önünde tedirgin bir şekilde onu bekledim. Az sonra aşağıya indi. Kolları dirseklerine kadar inen, göğsü tamamen kapalı, dizlerine kadar inen yarı dantel yarı düz elbisesiyle oldukça asil duruyordu. O gün bambaşka bir Elya tanımıştım. Ve daha da aşık olmuştum. Simsiyah gözlerine bakakaldım bir an. Ona nasıl baktığımı fark etmiş olmalı ki bir an öyle çok utanmıştı ki utancından yüzü iyice allaşmıştı.
- Elya, çok güzel olmuşsun!
- Teşekkür ederim. Sen de iyisin. (Bu sözler aslında iyi değilsin de nezaketen öyle diyorumun bir diğer şekliydi. Sen de iyisin.!)
- Teşekkür ederim ama senin kadar olamaz.  Öyle ki senin yanında kendimi kötü hissedeceğim.
- Saçmalama kimim ki ben?
- (“Benim için her şeysin” diyebilsem diye geçirdim içimden) Saçlarını da az toplamış olsan Küçük Birsen diyebilirim sana. Korkarım bugünün starı olarak ikiniz fena yarışacaksınız.
dedim espriyle karışık. Gülümsedi. Ender gülümsediği anlardan biriydi bu. Sadece 3-4 saniye sürmüştü. Ama aklımı almaya yetmişti.
- Gidelim mi artık Sipan? Geç kalırız sonra.
- Evet gidelim.
- Umarım durakta çok fazla sıra yoktur.
- Olmadı taksiyle gideriz. Ben her türlü seni bu konsere yetiştiririm.
- (Ekşi bir yüz tavrıyla baktı) Olsun geç de kalsak ben otobüsle gitmek istiyorum. Fazlasına lüzum yok.
- Söz konusu Birsen Tezer’se lüzumu var tabii ki
Bu sözlerimden sonra uzun süre sustu. Çünkü tıpkı övülmeyi bekleyen bir çocuk gibiydi. İlk defa ondan taviz verdiğimin farkına varmıştı. Ve bu derin suskunluğunu bozarak:
- Sonuçta altı üstü bir şarkıcı. Neden bu kadar değer veriyorsun ki? Seni tanımak istemez bile. Ona ulaşamazsın bile. Onlar bu sevgiyi kullanarak geçiniyorlar, ceplerini dolduruyorlar. Bizler burada zaten birer piyon gibi bir şeyiz.
- Ona ulaşabilme hayalini sevmiyorum ki. Ya da onu tanıyabilme umuduyla. Onun müziklerini dinlemek için bunların hiçbirine gerek yok ki. Sevmek için bir sebebe ihtiyaç duymazsın. Tıpkı seni sevdiğim gibi.
-Anlamadım? Seni sevdiğim gibi derken?
O an istemeden ağzımdan kaçırmıştım. Kendimi çok kötü hissettim.  Söylenmeyecek zamanda söylenmemesi gereken bir cümleyi dile getirmiştim. Ama kurtarıcım gelen otobüs olmuştu. Hiç ses çıkarmadan otobüse bindik. Bu durumu bir an önce unutması için can atıyordum. Çünkü henüz buna kendimi hazır hissetmiyordum. Otobüs hınca hınç dolmuştu. Bolu’da şehir içi otobüslere binenlerin ortak kaderiydi eziyet çekmek. Ama ilk defa bu kadar çok sevmiştim bu durumu. Çünkü Elya’da konuyu açma isteği oldukça belirgindi. Ama kalabalıkta ve hengâmede asla böyle bir şey yapamazdı. Varana dek unutmasını umuyor, derslerden konu açıyordum.  Derslerden açılan muhabbet iyice koyulaşırken kampüse varmıştık. Konserin başlamasına yalnızca 2 dakika kalmıştı. Sevinçliydim. Çünkü konuyu açmasına fırsatı olmayacaktı zira biran önce salona varmalıydık.
   Salona varmış ve yerimize oturmuştuk. Konuşmakla-konuşmamak arasında karar vermeye çalıştığım o anda Birsen Tezer sahnedeydi. Ve huzur veren o sesiyle:

Her şey yarım kaldı yine Ne Tuhaf
Aşk yarım nefret yarım hayat yarım,
Bir yanım kaçar gibi kovalar bir yanım
Ne kaldı geriye temiz ve saf,
Biraz senin yarın biraz benim yarım
Bir tek ben bilirim seni sevdiğimi
Bir de sen bilirsin biraz


Kalabalık kuytularda boğulur çığlıklarım
Kuru bir teselli bulurum ben kendi halime
Vazgeçilmez tutkularda kaybolur yaşadıklarım
Dağılıp giden bir sis halinde...”

“Ne tuhaf” şarkısını söylüyordu.  “Ne anlamlı bir başlangıç!” dedim. Hüzünlü bir ses tonuyla konuştu Elya:
- Ben bu kadının sesine âşık oldum. Bu ne güzel bir ses böyle! İyi ki beni buraya getirdin. Bu gece çok güzel geçecek. Uzun zamandır böylesine güzel müzikler işitmemişti kulağım. Sağ ol!
- Beğendiğine ne kadar çok sevindim anlatamam. Birsen öyle bir kadındır ki sen susarsın o, anlatır. Şimdi susalım o konuşsun, susalım o anlatsın.
  Susuştuk gecenin sonuna dek! Birsen bizim yerimize güldü, bizim yerimize ağladı. Bizim yerimize isyan etti. Bizim yerimize hayatı sevdi. Biz sadece sustuk. Ta ki sonu olan her şey gibi bu gecenin de sonu gelene dek. Konser bitti. Salondan ayrıldık. Susmak yakışmazdı bana “Artık konuş!” dedim içimden. Dinledim bu sesi ve konuştum.
- Ah Elya! Bir bilsen içimdeki ateşi. Seni ilk gördüğüm günden beri alevlenen bu yangını. Ah Elya! Süslü cümleler kuramıyorum. Seni sevdiğimi anla. Bu hayatta sevip de elde edebildiğim çok az şey var ama hepsine karşı bir sen yeterli. Yeter ki sen de beni sevebilsen. Bu gönlüme bir damla su versen. Çok şeyim yok vaat edecek. Kitaplarım var okunacak, filmlerim var izlenecek, Biraz Birsen var dinlenecek. Ben pastaları bilmem ama bir ekmekle mutlu olabilirim. Bu yüzden yağmur olmasan da kabulümdür. Bir damla sevsen yeter!
Şaşkın bir o kadar da utangaç bakıyordu bana. Bir süre öylece kafasını yere eğdi. Yürümeye başladık bu cümlelerin ardından.
- Kusura bakma sevemem ben kimseyi, o kadar çok boş vaktim yok!

Dedi. Aşkı ve sevgiyi hafife aldı. Masumiyetimi aşağıladı.
- Aşksız vaktin tamamı boş!
dedim ona ve devam ettim:
- Aşk olmadan yaşanmaz ki kadın! Güneş aşk olmadan doğabilir mi ki? Ya da bir çiçek aşk olmadan açabilir mi? Bir şarkıcı aşk olmadan şarkı yaratamaz. Bir ressam aşk olmadan resim yapamaz…
Ben şairim aşk olmadan şiir bulamam, hayat için bir anlam…

“Sevmiyorsun!” dedim sonra. Zira “Sevmemeyi seviyorsun” diyemediğim için,
“Keşke dedim sonra. Çok sevdim keşkeyi, Yalan söylemiş olmazsın keşke dediğinde. Söylememiş de olmazsın. Hatta bir şey söylemiş bile olmazsın. Ama söylemişsindir de bir taraftan. Baştan savar bir temenniyle ağır başlı bir istek arasında nazlı nazlı salınan sihirli bir sözcük gibiydi keşke.”*
Konuşmadım sonra. O konuştu ama. Hem de dakikalarca.
- Ben artık aşka inanmıyorum. Neleri ve kimleri sevdim. Hepsi gitti. Çok üzüldüm, çok ağladım. Bu yüzden tekrardan üzülmece, ağlamaca istemiyorum. Hem seninle aynı bölümdeyiz. Zaten bu başlı başına olmaması için bir sebep. Ben insanların önünde bir şeyler yaşayamam kusura bakma. Ayrıca kültürlerimiz farklı. Ve bu durumdan dolayı mutlaka çakışacağız.
- Orada dur Elya! Nereden geldiğimi düşünüyorsun sen uzaydan falan mı? Git Elya, git! Seni sevmek için sana ihtiyacım yok…
- Peki bu gece için sağ ol. Ama daha sonra bu konuları konuşuruz. İyi geceler Sipan.
- İyi geceler.
   Gitti öylece ardına bakmadan. Bir insanın en güzel gecesi ile en kötü gecesi nasıl aynı olabilirdi ki. Benim öyleydi. O geceyi unutmam asla mümkün olmayacaktı. O gece de sabahlama ayrıcalığı bana ait olacaktı. Aşk zorluklardan kaçmak değildi. Tersine zorluklarla savaşmayı da kabullenmekti. Kabullendim. Artık aşkın gerçek yüzünü de tanıdım.

* Ali Lidar’ın “Keşke” adlı şiirinden alıntı

İçimden Gidene DekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin