1995
7 Haziran Çarşamba
22:40
Hızlı adımlarla merdivenlerden çıkıp şehir hastanesinin kapısıdan içeri girdip soluğu hemen danışmanın yanında alarak, “Hayırlı akşamlar, az önce buraya yaralı bi çocuk getirilmiş.” dedi nefes nefese kalarak.
“Merdivenlerden düşen bi erkek çocuğu sevk edildi ondan mı bahsediyorsunuz?”
“Evet evet... Merdivenlerden düşmüş. Size zahmet hangi odada yattığına bi bakabilir misiniz?”
“Bir bakayım kayıtlara... Buldum, en üst kat soldan altıncı oda.”
“Sağolun, kolay gelsin.”
Üst katlara çıkan merdivenlere yönelip, içinde biriktirdiği korku ve endişeyle tekrardan adımlarını hızlandırmaya çalıştı. Merdivenlerin kolununa tutunup nefes nefese çıkıyordu katları.
Yanı başındaki endişeyle onu durdurmaya çalışırken Erhan, "Gözünü seveyim biraz dur soluklan, acele etme. Tansiyonun çıkacak şimdi." dedi yaşlı adamın kollarını endişeyle tutup onu durdururken.
"Yok bir şeyim, iyiyim ben. Hadi bulalım şu odayı..."
Son kata kadar çıkıp sol tarafa döndüklerinde Erhan kapı numaralarından odayı tam bulmuştu ki kapının önünde dikilmiş iki askeri görünce birden duraksadı.
"Burası galiba..." dedi büyükçe yutkunarak.
İlerleyip kapının önüne geldiklerinde, "Kolay gelsin asker kardeş, müsadeniz olursa içeri girebilir miyiz?" diye sordu Erhan iyi niyetli görünmeye çalışarak.
"Hastanın nesi oluyorsunuz?"
“ Akrabası değiliz ama çok yakın ahbaplarıyız.”
Askerler ikisinide göz ucuyla süzüp, “ Peki o halde girin ama sadece beş dakika.”
İkiside nefesini tutmuş, açılan kapının ardında odanın içine göz gezdirdiler. İçerisi karanlık olup beyaz gece lambasıyla ve sonuna kadar açık olan perdenin büyük penceresinin karşısındaki sokak lambasının ışığı aydınlatan odaya öylece baktılar. Erhan yaşlı adamın omuzlarından tuttu, destek verircesine.
Pencereden yansıyan ışığa doğru başını çevirmiş yarı karanlıkta kalan yüzüyle hasta yatağında, alnında sargı beziyle kapatılmış yarasıyla, boynunda ki ufak çizgilerle, kızaran yüzü ve ağlamaktan şişen yeşil gözleriyle cama çarpan ağacın yapraklarının rüzgarda salınışını izlerken kapının açılmasıyla gözlerini kapattı. Kimseyle konuşmak, göz göze bile gelmek istemiyordu. Rahatsız edildiği için kendini kendine öfkelenirken yaşlı adamın sesini duymasıyla gözlerini açtı.
“Evlat...”
Gözlerini açıp başını kapıya onlara doğru çevirdiğinde tanıdık gelen ses onu yanıltmadı. Afallayarak “Usta...” diyebildi hırıltılı sesiyle.
Karşısında, korkusundan perişan olmuş yaşlı adamı ve yanında gözleri dolmuş abisini böyle görünce hüzünlendi.
“Evlat... Oğlum...”
Hüzünle çocuğun başucuna gelip sımsıkı sarıldı. Saçlarını ve yanaklarını öpüp gözyaşlarıyla okşadı. Konuşmak istedi ama cümleler adeta boğazında düğümlenmişti.
Çocuk acıyla yüzünü buruşturup, “Ağlama usta, ne olursun ağlama...” dedi.
Erhanda yatağın diğer ucuna geçip çocuğun elinden tuttup endişeyle, “İyimisin abicim?” diye sordu.
Yaşlı adam gözlerinden yaşlarını silip kendine gelmeye çalıştı. Burnunu çekerek hasta yatağından kalkıp odadaki sandalyelerden birini çekip oturdu.
“Hastaneye girmeden önce etrafa baktım ama kimseyi göremedim.”
“Karakola gittiler hepsi, ifade vermek için.”
“Merak etme,” dedi Erhan ellerinden sımsıkı tutarak. “Korkma tamam mı her şey yoluna girecek.”
“Merak etmiyorum,” diye karşılık verdi sertçe. “Ne olacağım umrumda bile değil.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çınar Ağacı
Teen FictionGittiğim bi yol vardı, Doğru olduğuna inandığım, hissettiğim ve güvendiğim... Bu yolda adımı kırık bi vazonun parçalarından almıştım. Elimizde yanan meşalelerle, Hazır bi bekleyişteydik. Seneryo belli, roller hazırdı... Yerim, Çınar Ağacının gölgesi...