“Kendime kız arkadaş aramıyorum ayrıca size ayıracak vaktim yok. Şimdi bile fazlasıyla çaldınız. Kısacası gitseniz diyorum,” demesiyle arkasına dönüp gitmesi bir oldu.
Ağzımdan bir şaşkınlık iniltisi çıktı ve kalakaldım olduğum yerde. Kendisine kız arkadaş aramıyor muymuş? Vaktini mi çalmışım? Yok artık! Sanki ben ona ilan-ı aşk edecektim. Tabii! Aslında hata bendeydi bir öküze insanca birkaç soru sormak istemiştim ama o insanlıktan zerre kadar nasibini almadığı için beni resmen aşağılayıp gitmişti. Söylenerek gerisin geri salona gittim ve imza sırasına girdim. Önümde uzun bir kuyruk vardı ve ben deli gibi Deniz’e sövüyordum. Sıra bana yaklaştıkça sövgülerim azalıp yerini heyecana bıraktılar. Yarım saat sonra nihayet sıra bana gelebilmişti ve şairim beni kırmamış üç kitabımı da imzalamıştı. İmza sırası bitinceye kadar beklemiştim ve son imzadan sonra yanına gidip kalemini istemiştim ve sıkıca sarılmıştım. Şair olduğunu bilmeyen biri bizi bu halde dışarıda görse romantik bir çift sanabilirdi. Ansızın aklımdan geçen bu fikirle eve gidiş yolunda uzunca kıkırdadım. Aile bireyleri ve lise mezuniyetindeki arkadaşlarım dışında sarıldığım ilk erkek bu adamdı. Bir kez daha kıkırdadım ve nihayet durak-ev arası yolu tamamlayıp içeri girdim. Ayakkabılarımı ayakkabılığa koyup parmak arası terliklerimi ayaklarıma geçirdiğim gibi salona koştum. Ayşegül orta sehpanın üzerine pembe bilgisayarını koymuş, saçlarını bir kalemle toplamış, çamaşır suyu lekeli pijamalarıyla internette takılıyordu. Eve girdiği anda evrim geçiren kızlardandı. Hani olur ya dışarıda tam bir dişi, eve gelince Darvin teorisine göre bir önceki halimiz; işte tam öyle!
“Hoş geldin! Gel buraya çabuk, dinleti imza resimlerini yüklemişler senin şairin facebookuna,” dedi elini yanı başına iki kez vurarak. Çantamı boynumdan çıkarıp elime aldığım gibi yanına kuruldum. Önce imza resimleri vardı. Birkaç resim sonra kuyruğun arka tarafında gözüktüm. Ayşegül halimi görünce koca bir kahkaha patlattı.
“Bu suratının hali ne Elif!”
“Sorma neler oldu kızım yaa! İlerlesene başka yerde gözükmüş müyüm bakalım,” dedim.
Birkaç resimde daha somurtkan bir halde gözükmüştüm ve başka fotoğrafım yoktu. Ardından dinleti resimlerine geçti ve Deniz Kamer EVLİYAOĞLU objektiflere yansıdı. Ayşegül kafasını ekrana yaklaştırıp Deniz’in yüzüne birkaç kez zoom yaptı. Sarı saçları alnına dökülüyor ve yeşil gözlerini çevreleyen uzun kirpiklerini gizlemeye çalışıyordu sanki. Gülümseyince sol yanağında beliren hafif bir gamze ona değişik bir hava katıyordu. Hani bazı adamlar olur ya, istediklerinde çocuksu ve masum, istediklerinde ateşli ve tehlikeli olabilen, işte öyle bir görünüşe sahipti Deniz. Yanında durduğum kısa süre içinde yüzüne bakmam için kafamı biraz, kabul ediyorum birazdan biraz daha fazla, kaldırmam gerekiyordu. Hoş adamdı doğrusu.
“Vay! Kim bu? Çok yakışıklıymış!” dedi Ayşegül.
“Dinletimizin genç şairi yazıyor orada baksana. Hah! Yakışıklı olsa ne yazar kasıntı, kendini beğenmiş, görgüsüz herifin teki,” dedim. Ayşegül bilgisayarı hafiften indirip bana doğru döndü.
“Başla.”
“Neye başlayayım?”
“Anlatmaya Elif.”
“Neyi anlatacağım?”
“Şu çocuğu anlatacaksın ne oldu da öyle dedin birden?”
“Birden mi? Kaliteli dolma kalemli, dinletimizin genç şairi, Deniz Kamer EVLİYAOĞLU’nu mu anlatacağım?”
“Evet, onu anlatacaksın.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Öpücük
Romans"Filmlerde böyle bir sahne olduğunda, genelde erkek kızı öper," dedim yanaklarım kıpkırmızı. "Öpmeli miyim seni?" diye sordu. "Öpmek istiyorsan eğer..." diye geveledim. "Öpebilir miyim?" dedi kısık bir sesle. "Eğer-" lafımı...