Köklerim çürüdü, yapraklarım sarardı.
Devrildim, paramparçayım...İnsanoğlu çok gariptir kızım, hiçbir şeyden kolayca memnun olamaz. Dua eder bir şeyler ister, Allah duasını kabul eder ama o şükretmek yerine yine şikayet eder daha fazlasını ister hep ve istediği şeyleri hep kolay yoldan olmasını arzular. Kısacası oturduğu yerden olsun ister her şeyi. Öyle bir şey yok! Bu dünyada olmaz da. Öyle olsaydı imtihan bunun neresinde olurdu? Dünyaya gelmemizin ne anlamı kalırdı, çalışanla çalışmayanın bir farkı olmadıktan sonra? "İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır. " diye buyurmuyor mu Allah kutsal kitabında, her iki dünya içinde insana ancak emeğinin karşılığı verilir. Neden o halde insanlar ısrarla kolay olanı ister. Çünkü insan nefis taşır kızım, nefis rahatlığı sever, Allah'ın buyurduğu, emrettiği ve yasakladığı şeylere sürükler insanı hep, inatla. Allah' karşı çıkmasını ister insanın. Allah'tan uzaklaşsın diye uğraşır, dünyanın eğlencesine dalsın, üzülmesin hep mutlu olsun. Sanma ki bu iyi bir şey, bu insanı felakete götüren Allah'ın rızasından uzaklaştıran bir şeydir. Şunu unutma kızım, dünyanın mutluluğuna dalan insan Allah'ı unutur. Allah' unutan insan ise her şeyi kaybeder. Hüzün ise insanı Allah' a yakınlaştırır, kalbini Allah sevgisi ile doldurur. O yüzden hüzünlenmekten korkma, üzülmediğin için kork. Bilakis hüzün, karamsarlığa ve ümitsizliğe gitmediği sürece insanın ruhunu temizleyen ve Allah'a yakınlaştıran en güzel zikirdir. Dünya mutluluğu insanı Allah'ın rızasından mahrum eder. Allah2ın rızasından mahrum olan insan neyi kazanabilir ki? Dünyanın fani paralarını mı? Anlık yaşadığı mutluklar mı? demişti babam.
Şimdi de hüzün doluydum ve şikayet etmek yerine hamd etmeliydim Rabbime. Hüzün de Allah'tan gelen bir şey değil miydi? Şikayet ederek yalnız nefsimi mutlu ederdim ve onun mutlu olması demek, Allah'tan uzaklaşmak demekti ve ben bundan çok korkuyordum.
"Daha karar veremedin mi doktor?"
Düşüncelerimin o kara bataklığından beni çeken bu ses olmuştu, o an bu sesi duymak yerine o bataklıkta boğulmayı o kadar çok istedim ki. O karanlık girdaptan farksız bataklıkta kaybolayım ama bu sesi duymamayım. Ama maalesef hayatta istediğimiz her şey olmuyordu ve biliyordum artık, bu adam benim imtihanımdı. Nihakımızın kıyıldığı o gün ettiğimiz küçük tartışma hala zihnimde tazeliğini koruyordu, özellikle altını çizdiği bir nokta vardı ki beni paramparça yapmıştı. Ona beni evliliğe mecbur bıraktığını söylediğimde, o beni tüm benliğimle dağılıyan o cmleleri sarf etmişti: "Seni evliliğe mahkum eden ben değilim, baban unuttun mu yoksa doktor, her zaman hatırlatmam mı gerek sana?" demiş ve gitmişti. Arkasında yaralı beni öylece bırakarak.
Öyleydi, beni bu evliliğe babam vasiyetle mecbur kılmıştı. Nedenini bilmiyordum ve ne kadar istemesem de yüreğimde bir burukluk vardı babama karşı.
"Fark etmez," dedim umursamaz bir şekilde. "Kefen olarak giyeceğim gelinliğin nasıl olacağı umrumda değil."
"Savaş daha başlamamıştı halbuki, çabuk bitirmişsin doktor." dedi Keskiner. Onunla uğraşmak istemiyordum, fiziken ve ruhen yorgundum.
"Savaşı başlatan ben değilim, kendi kurduğun savaşta sana iyi eğlenceler."
Yanından gidecektim ki kolumu tuttu dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırarak keskin nefesi ile fısıldadı:
![](https://img.wattpad.com/cover/139415142-288-k117913.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Gölgesindeki 'Ay' Parçası (DEVAM EDİYOR)
EspiritualSiyah hareleri yeşillerime öylesine kilitlenmişti ki, gözleri sanki ruhumu boğazlıyor, görünmez oklar fırlatıyordu. Yutkunamadım, bakışlarına karşın güçlü durmaya çalıştım.Gözleri birer silah olsaydı beni burada, o saniyede öldürdürdü. "Karanlığa...