içsel çabalama

146 19 11
                                    

Tek kelime: yapamadım, yapamıyordum ve sanırım yapamayacaktım.

Park Jimin'e nasıl yaklaşılırdı?

O gün Namjoon ile bunları konuştuktan sonra kafamda sayısız senaryolar kurmuş, ihtimalleri değerlendirmiş, çok kez cesaretlenip daha çok kez vazgeçmiştim. Ama beni bir harekete girişmekten alıkoyan şey bunlar değildi. Beni vazgeçiren şey Park Jimin'in elini eteğini dünyadan çekmesi olmuştu.

Zihnindeki kaosu duyabildiğimi söylediğim günden sonra bir daha ne zihnime girmeye çalıştı, ne de zihnini serbest bıraktı. Başta çok rahatlamış hissediyordum ama sonra fark ettim ki Jimin ortalıklarda yoktu, gün boyu odasındaydı. Hatta yemekleri bile odasında yer olmuştu. Kısaca herife vur demiştik ve o öldürmüştü. Arada pratiklere katılıyordu o da Jin onu zorlarsa eğer. Kimse bir şey demezse mutlaka bir bahane bulup odasına dönüyordu. Saray içinde karşılaştığımızda da kafasına eserse basit bir baş selamı veriyordu, bazen de hiç yüzüme bile bakmadan yanımdan geçip gidiyordu bir yabancı gibi. Arkasından bakakalıyordum öylece.

Namjoon'la o konuşmayı yapmamızın üzerinden yaklaşık 2 ay geçmişti. Jimin'de değişiklik yoktu, yaşayan bir ölüydü adeta. O gün Jackson'ın da anlattığı şeylerden sonra acaba yine zihni boşluğa mı dönüştü gibisinden tuhaf korkular ve endişeler dönüp duruyordu kafamda. Bu endişeleri hem birine danışmak hem de kimseye bahsetmemek istiyordum. Ama sonunda işin içinden çıkamayıp Jin'in kapısına akıl almaya gittim.

"Gel Yoongi." dedi Jin, ben tam oda kapısını tıklatmak için elimi kaldırdığım sırada. "Ah bu Kadimler yok mu..." diye geçirdim içimden.

"Sen daha koridora girdiğin an zihninin sesini duydum, oradan anladım. Yoksa duvarların arkasını henüz göremiyoruz, merak etme." dedi gülerek. Şöminesinin karşısında elinde kitabıyla oturuyordu. Bense tek kaşımı kaldırıp "henüz" kelimesinin ima ettiği şeyi düşünüyordum. "Ee," dedi Jin iç çekerek, "neden geldin?"

Ağzımdan istemsiz alay etmek istercesine "hıh" şeklinde bir ses çıktı. "Sanki bilmiyorsun Jin, yeme beni." dedim içeriye adımlayıp kapıyı kapatırken. Muzipçe gülümsedi. "Biliyorum, biliyorum bilmesine de, mühim olan senin ağzından duymak. Söyle hadi, çekinme."

Ne diyeceğimi düşünürken şöminenin karşısına, yere oturdum. Soğuk tarafın kurduydum, soğukta yaşardım evet ama o sıcaklığın yüzümü okşamasını hissetmek çok hoşuma gidiyordu.

"Park Jimin için endişeleniyorum." dedim pat diye, gözümü ateşten 1 saniye bile çekmeden. "Hele o gün Jackson'ın Jimin'le alakalı anlattığı şeylerden sonra iyice endişelendim. Beni 1 hafta zihinn kargaşasıyla uyutmayan kurt birden dut yemiş bülbüle döndü. İnsan ister istemez endişeleniyor..." diye geveledim aslında tam da ne diyeceğimi bilemeyerek.

Bir süre sessiz kaldık. 

Kafamı kaldırıp Jin'e baktım, bir baba edasıyla bana bakıyordu. "Bir şeyler yapmak istiyorum ama ne yapmam gerektiğini, Jimin'e nasıl yaklaşmam gerektiğini bilmiyorum..." Sonlara doğru sesim yok oldu adeta. Bunu sesli söylediğim an direkt pişman olmuştum.

Jin sakince kitabını kapatıp dizine koydu, derin bir nefes aldı ve gözlerime baktı. 

"Ruh eşlerinin kaynağını biliyor musun?" diye sordu aniden. Tek kaşımı kaldırdım, ne alaka diye düşündüm içimden ama sesli söylemedim. 

"Yani, Namjoon'un anlattığı kadar. Temelde aynı anda aynı şekilde yaratılan 2 ruh eş olur, bedenler dünyasına gelene kadar da birlikte yaşar. Bedenler oluşup ruhlar bedenlere bahşedildiğinde bedenler ayrı düşebilir, ruhların birbirini bulması yıllar hatta ömürler sürebilir ama eş olan ruhlar birbirini mutlaka bulur. Çünkü ruhların arasına mesafe girebilir, zaman girebilir ama ruhlar arası bağ asla kopmaz." diye mırıldandım. Jimin'le tanıştıktan sonra bunları hiç düşünmemiştim, ruhumun sıkı sıkıya bağlı olduğu ruh sahibiyle karşılaşmış olmak birden çok tuhaf gelmişti.

Spring Of The North // yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin