Yeni bir gündü bugün. Bunu kendine kaç kere hatırlatması gerektiğini artık bilmiyordu. Bildiği tek şey böyle gittiği sürece bocalayacaktı ve asla almak istediği intikamı alamayacaktı. Tam bir korkak gibi davranıyordu. Böyle davranmaya hakkı yoktu. Bir abla olarak ona emanet edilen kardeşini koruyamadıysa, korkmaya da hakkı yoktu. Kardeşinin intikamını almak zorundaydı. Kardeşi ancak böyle yattığı yerde huzur bulabilirdi.
Kafasında bin bir düşünceyle güvenlik kısmından geçerek asansörlere doğru ilerledi ve o an kapanmak üzere olan asansörün tuşuna bastı ve kapanmak üzere olan kapılar tekrar açıldı. Kapıların açılması ile asansörün içinde olan Çetin ile yüz yüze gelmişti. Kader gerçekten onunla oyun oynuyordu.
Asansörün içine girerek zoraki bir kibarlıkla "Günaydın," dedi.
"Günaydın."
Çetin'in ses tonu fazlasıyla soğuktu. Aslında Cumartesi günün ki yemekten sonra biraz daha farklı bir Çetin beklemişti karşısında. Sonuçta doğrudan olmasa da dolaylı olarak onunla ilgilendiğini ifade etmişti. Şimdi bu soğukluğa bir anlam veremiyordu.
"İyi misiniz?"
Merakına yenik düşerek sormuştu. O an Çetin ona doğru döndü ve direkt olarak gözlerinin içine baktı.
"Dün benim için iyi bir gün değildi."
"Anlıyorum," demekle yetindi. Ne diyeceğini bilemiyordu açıkçası.
Asansörün durması ile çıktılar. Çetin bir şey söylemeden koridorun diğer tarafına yönelirken Leyla da gayriihtiyari kendi odasına geçti. Kapıyı kapattığında kendini fazlasıyla gergin hissediyordu. Hiçbir şey istediği gibi ya da düşündüğü gibi gitmiyordu ve bu durum her şeyin biraz daha zorlaşmasına neden oluyordu.
Gözlerinin önüne kardeşinin son hali geldi. Nefes alışverişi zorlaştı. Tüm bedeni bir pelte gibi olmuştu. Adeta hiçbir kası tutmuyordu. Onu son gördüğü yer bir hastane binasının bodrum katıydı. Adına Morg demişlerdi. Buz gibiydi. Kardeşini çıkardıkları an inanmamıştı. Hem kardeşi gibiydi hem de değildi. Eksikti bir şeyler. Mesela gülüşü, yanaklarının pembeliği, teninin sıcaklığı... İnanmak istemese de o buz gibi odada olan ceset onun kardeşiydi. Başkaları için bir ceset, onun ise canıydı. Sarı saçları aynıydı ama... Lüle lüle dökülmüştü omuzlarına. Saçlarını okşamıştı. Öpmüş, sarılmıştı. Hadi gidelim demişti. Kalk lütfen demişti... Kalkması için canını bile verirdi. Tekrar gözlerini açtığını görmek için her şeyi yapabilirdi. Ama kalkmamıştı. Leyla ne kadar kalk dese de kardeşi gitmişti artık. Tekrar öpüp, sarılmış ve saçlarını okşamıştı. Ne kadar süre öyle davrandığını hatırlamıyordu. Hatırladığı tek şey Ömer'in onu uzaklaştıran elleriydi. Sonsuza kadar kardeşiyle ayrılmışlardı. Leyla yaşamaya ederken, kardeşi toprağın altında olacaktı. Oysa kardeşi karanlıktan çık korkardı. Nasıl dayanacaktı? Kafayı yemek üzereydi. Geçmişi hatırlamak içindeki ateşi daha fazla harlamaktan başka bir işe yaramıyordu.
Gözünden yanaklarına doğru süzülen yaşları elinin tersiyle sildi. Zar zor adım atarak koltuğuna doğru ilerledi. Kendini koltuğuna bıraktığında fazlasıyla bitkin ve tükenmiş hissediyordu. Bu acı bir ömür geçmeyecekti. Ne yaparsa yapsın geçmeyeceğini biliyordu ama bir şeyler yapmak zorunda hissediyordu kendini. En azından acısının hafiflemesini umut ediyordu. Üstelik kız kardeşinin toprağın altında olmasına sebep olanların, hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edip, mutlu bir hayat yaşamalarına dayanamıyordu. Bu hikâyedeki herkes üzerine düşen acıyı çekecekti. Leyla bunun için elinden gelen her şeyi yapacaktı.
*****
Başı çok ağrıyordu. Dün babasıyla yaşadığı sorun ve Ufuk ile olan yüzleşmesi baş ağrısında büyük bir etkendi ama en önemli etken o kadındı. Leyla... Kafasını allak bullak ediyordu. Bir gün buz gibi soğuk başka bir gün daha ılımlı... Ne yapacağını bilemez gibi bir hali vardı. Tıpkı Çetin gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonbahar
General FictionCanından bir parça kaybetmişti. Bu kayıp ruhundan ve kalbinden de çok şey götürmüştü. Leyla bir daha asla eskisi gibi olamayacağını biliyordu. Artık her şey için çok geçti. Büyük bir acı ile hayatının altı üstüne gelmişti. Sıra karşı taraftaydı. Ona...