O üzümden çıkarılan güzel renkli şarabın mucidi olmadan ve Şarap Tanrısı sayılmadan evvel Dionysos; ilkbaharda ağaçları, bitkileri çiçeklendiren besi suyunun Tanrısı sayılırdı.
Dionysos, Zeus ile ilkbaharlar gibi güzel , bir kral kızı olan Semele'nin oğluydu. Gerçekten Thebai kralı Kadmos'un kızı Semele, o kadar güzel, o kadar parlak bir kızdıki, Tanrıların Tanrısı Zeus bile ona gönlünü kaptırdı.
Kocasını daima kıskanan Hera, kocasından kazandığı çocuğu da annesini de yok etmek istedi. Bu yüzden, Semele'nin annesi Beroe'nin kılığına girdi.
Zeus'un muhteşem karısı, güzel Tanrıça, şakaklarını beyaz saçlarla kapadı, alnını kırışıklarla doldurdu ve budaklı bir değnek üzerine dayanarak kamburunu çıkardı ve bu vaziyette geldi.
Bir gün kral Kadmos'un kızını buldu. Bu yaşlı ve tecrübeli ihtiyar kadın, güzel Semele'ye bazı tavsiyelerde bulundu.
Mademki; fani bir kız olduğu halde Olympos'taki Tanrıların en ulusu olan Zeus' un gönlünü çalmıştı , o halde ondan bütün parlaklığı, ihtişamı ile -Kendi karısına göründüğü gibi kendisine görünmesini istemek hakkıydı.
Tecrübesiz bir bakire olan Semele, bu sözlere kandı. Zeus'u olduğu gibi, bütün kudret ve ululuğu, parlaklığı ile görmek sevdasına düştü, Zeus'a yalvarmaya başladı.
" Ey Ulu Tanrı ; ey sevgilim, bana olduğun gibi görün, ilahi nurun ile gözlerimi parlat" dedi.
Çok sevdiği için Zeus, onun duasını kabul etti . Fakat bunun Kadmos'un kızı için büyük bir tehlike olacağını sezerek onu arzusundan vazgeçirmek istedi. Fakat Semele, ısrar etti.
Sevgilisinin yalvarmalarına dayanamayan Zeus, altın tekerlekli bir şara bindi ve Olympos'tan indi, sevgilisinin karşısına çıktı.
Fakat yıldırımın ateşi, kral Kadmos' un sarayını tutuşturdu. Semele; Zeus'un korkunç ihtişamının parlaklığına fazla dayanamadı, kendisini sevenin ateşinde yandı.
Ölürken henüz günü tamamlanmamış olan, aşkının meyvesini dışarı attı. Zeus, bu oğulcuğu aldı, kalçasına sakladı.
Onu dünyada yaşayacak bir hale gelinceye kadar orada sakladı. Birinci defa annesinin rahminden doğan oğulcuk, ikinci defa babasının kalçasından dünyaya geldi, ona Dionysos, adını verdiler.
Kanatlı sandalları bulunan Hermes, onu bakmaları, beslemeleri , büyütmeleri için Nysa perilerine götürmek emrini aldı.
Nysa, tepesi daima tatlı bir ışıkla yıkanan yüksek bir dağ idi. Onun yamaçlarını kuvvetli, büyük ağaçları bulunan sık bir orman kaplardı.
Binlerce kaynak serin sularını derelerden aşağı yuvarlar, yataklarında güzel sesler çıkararak akan derecikler etrafa kokulu bir serinlik yayarlardı.
Bu mutlu, uğurlu dağın perileri derin ve büyük bir mağarada otururlardı . Mağaranın duvarlarını asma dalları, kapısını sık sarmaşıklar kaplamıştı .
Hermes, tarafından götürülen Dionysos, karanlık bir gecede bu gizli ve kutsal mağaranın kapısına gelince birden bire gökte parlak bir yıldız göründü.
Yer, ayın on dördüncü günü nasıl aydınlanırsa , öyle aydınlandı ve karanlık köşeler, derin uçurumlar, geniş mağaralar gündüz gibi ışıklandı.
Bu canlı ışık yüzünden periler uykularından uyandılar. Hermes, onların oturdukları mağaraya girdi.
Onlar, Tanrıların habercisini tanır tanımaz koşuştular, kendilerine emanet olarak gönderilen küçük yavruyu nazik ellerine aldılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİTOLOJİYE DAİR HER ŞEY
RandomSizlere mitolojiyle ilgili öğrenebileceğiniz her şeyi kendim tasarladığım soy ağaçlarıyla birlikte anlayabileceğiniz açık bir anlatımla anlatmak istiyorum. Hepsinin doğru olduğunu savunuyorum ama illa ki içinden küçük prüzler çıkacaktır.