litorral

641 26 12
                                    

-Jungkook-

Sahile doğru yürüyordum. Yorgun ve bitkindim. Ağlamaktan harap olan gözlerimin yaşlarını silmek için götürdüğüm elim göz kapaklarıma değdiği zaman acı veriyordu. Kapşonumu yüzüme kadar çektiğim için sadece yere bakarak yürüyebiliyordum. Normalde çok sevdiğim yemek kokuları tıkanık burnumdan geçemiyordu.

Kısa bir yürüyüşün ardından sahile varmıştım. Gece olduğu için tüm banklar boştu. Manzarası en güzel olan banka oturdum. Aklımdan milyonlarca şey geçiyordu. Eve dönmek istemiyordum. Tekrar o adamla kavga etmek, ölen anneme edilen küfürleri duymak istemiyordum. Ben her annemi düşündüğümde akan tek damla gözyaşı canımı acıtıyorken, babam dediğim adamın ona karşı böyle konuşmasını hayretlerle izliyordum her seferinde.

Deniz manzarasına dalmıştım. Başım, kafam hatta beynim ağrıyordu. Gözlerim neredeyse uykuya yenik düşecekti ama bankta uyuyabilecek kadar cesaretim yoktu. Nereye gideceğimi düşünüyordum. Kafamda kapşonum olduğu için etrafımı göremiyordum.

Yanımda bir ses duydum ve kafamı çevirdim. Babamın kavga ettiğimizde beni dövdürtmek için gönderdiği adamlarından biri sanmışken yanımda sarı saçlı bir kız vardı. O da kafasını bana doğru döndürdü.

"Üzgünüm oturmak için izin almadım. Ama en güzel manzara burada."

Tıkalı olan burnumu çekip tekrar manzaraya baktım. Kafamı tekrar döndürüp "Sıkıntı değil." dedim. Bana bakan bakışlarını ona bakmadan hissedebiliyordum. Ağlamaktan kıpkırmızı olan gözlerimi görmemesi için ona bakmıyordum. O ise konuşmaya meraklı gibiydi.

"Ağlamış olduğun belli oluyor, neden saklamaya çalışıyorsun? Bu utanç verici bir şey değil."

Kafam hâlâ önümdeydi.

"Utanç verici bir şey olduğunu düşünmüyorum zaten. Sadece fazla ağladığım için tipim yerinde değil."

Kız bu lafıma gülmeye başladı. O gülerken bir anda kafamı ona çevirdim. Bana baktı ve kapşonumu çıkardı.

"Yalan söylemişsin. Gayet iyi gözüküyorsun."

Kapşonumu kapatmadım. Zaten yüzümü görmüştü ve biraz daralmıştım.

"Hava bugün güzel. Denizin dalgaları, hafifçe esen ılık rüzgar, ağacın yapraklarının sallantısı, rüzgarla birlikte gelen çiçek kokuları. Hayat bu kadar güzelken seni üzen şey nedir?"

Güzel konuşuyordu. Sanki sonsuza kadar betimleme yapabilir gibiydi. Yüzü ise konuşmasından daha güzeldi. Uzun sarı saçları, uzun kirpikleri, kahverengi gözleri, burnu, ağzı, yan profili... Mükemmeldi. Ama ona anlatamazdım. Anlatabilirdim, ama anlatmak istemiyordum. Daha biraz önce karşılaştığım ve adını bile bilmediğim bir yabancıya hayatımdaki beni üzen en acı olaylardan bahsetmek istemiyordum. Ama yaşadıklarımı paylaşıp hüngür hüngür ağlamaya ihtiyacımda vardı.

"Tanımadığın bir yabancıya derdini anlatabilirsin. Ne de olsa bir daha beni görmeyeceksin."

Haklıydı. Onu muhtemelen bir daha görmeyecektim. Gidip birilerine anlatsa bile kimse takmazdı. Kendi de bir kaç aya unuturdu. İçimi boşaltmam gerekiyordu ve bende bu kızı kurban olarak seçmiştim.

"Sorun babam."

Biraz durdum.

"Aslında annem. En büyük sorun ise kendimim. Dünyaya gelmekle birlikte her anım acı içinde geçti. Tek mutlu anılarıma annem ile sahiptim. Ve o şimdi yok..."

Gözümden akan bir damla yaşı hızlıca silerek devam ettim.

"Babamın gayrimeşru çocuğuyum. Yani annem ve babam evli değillermiş. Babam ise başka bir kadın ile evliymiş. Yani o kadını annem ile aldatmış diyebiliriz. Ama kadının bundan haberi olmamış. 10 yaşıma kadar annem ile acınası sefil bir hayat sürdük. Tabi ben hikayenin uzun kısımı pek hatırlamıyorum ama annem için çok zorlayıcı olmuştur. Hatırladığım tek şey annemin sabah evden çıkıp gece çok geç saatlerde dönmesiydi. Onlarca farklı işte çalışıyordu ve karşılığında sadece benim bakımıma yetebilecek kadar para kazanıyordu. Geceleri ben uyuduğumda ağlıyordu. Beni dünyaya getirdiği için pişmandı. Bana sefil bir hayat yaşattığı için pişmandı. Beni bu kadar sevdiği için pişmandı. O adamla ilişki içine girdiği için pişmandı. Bu kadar ileri gittikleri için pişmandı. Yani her şey için pişmandı."

Kafamı ona doğru döndürdüm. Denize bakıyordu ama gözlerinin dolduğu arkadan vuran ışık ile belli oluyordu. Sakince devam ettim.

"11 yaşıma girdikten iki ay sonra ise annem hastalandı. Bu kadar stres ve kaygı yüzünden kanser olmuştu."

Ne kadar klasik görünüyordu. İzlediğimiz her dizi ve filmde olduğu gibiydi. Doktor geliyor ve "anneniz kanser" diyor. Sebebi ise stres.

"Uzun bir mücadele verdi ama doğru düzgün bakımı olmadığı için yenik düştü. Ölmeden önceki son günlerinde babamı yanına çağırmıştı. Babam sinirli ve istemsiz bir şekilde eski sevgilisinin hasta yatağının başında konuşmasını dinliyordu. Annem, son istek olarak bana iyi bakmasını istemişti ondan. Sonuç olarak onun kanını taşıyordum. Babam ise istemsiz bir şekilde kabul etti. Sonra annem öldü ve beni büyük bir konağa getirdiler. Evin içine girdiğim anda annemin öldüğünü saha iyi anladım. Artık bana "hoşgeldin oğlum" diyerek sarılacak, üstümü değiştirecek, ödevlerime yardım edecek, hafta sonlarını  yorgun olsada benimle geçirecek bir annem yoktu. Farkına varmam üzücü olmuştu. O eve adımımı ilk attığımda kapıda duran yaşlı bir hizmetli dışında kimse yoktu. O hizmetli kadın büyük şataftlı salona beni götürdü. Babam kafasını bile kaldırmamıştı. Karısı ise benden tiksinir bir şekilde bakıyordu bana. O anda bu evde sadece kendi kendime yetmem gerektiğini anlamıştım."

...


I Don't Want To Lose You | ROSÉKOOKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin