Giyinirken harcadığım sadece yirmi dakikada uykuya iyice dalmış olan ev arkadaşlarıma yine kapı aralığından baktığımda sahiden de sarmaş dolaş uzandıklarını görebiliyordum. Bu bir tarih bile olabilirdi üç senedir paylaştığımız evde. Ama çok irdelemedim, onlara biz arkadaşız diye engel olacak ya da fikirlerini yargılayacak biri değildim. Aslında kimsenin ne hissettiğine karışacak biri değilim genelde. Kaldı ki eğri oturup doğru düşünmek gerekirse ben de zamanında dersimin hocasına karşı bir şeyler hissetmiştim sonuçta, öyle değil mi? Doğruyla yanlışı ayırt etmek muhtemelen bana düşmezdi.Bu arada evet, sadece zamanında.
İki katı sessiz olmaya çalıştığım koridoru geçip kapıya ulaştığımda, aynı özenle dışarıya attım kendimi. Asansörün aynasında Changbin'in seçtiği kıyafetlerin üzerimde nasıl olduğunu, saçlarımı ve yüzümde kapatıcı kullansam da kendini belli eden mor göz altı halkalarımı inceledim. Neden bunlara bu kadar takıldım bilmiyorum, benim için bir anlam ifade etmiyordu sonuçta. Eğer etse de artık Seungmin'in dediği çok daha mantıklı geliyordu. Ne hâlde olursam olayım, olduğum gibi çıkmalıydım karşısına. Tabii biraz kapatıcının lafını da edemezdik, o ayrı.
Cebimdeki telefona son attığı mesajı kontrol ettiğimde tam yarım saat geçtiğini gördüm. Ve çıktığım sokakta hâlâ, inadına yavaş yürüyordum. Ellerim ceplerimde, yüzüme çarpan serin gece rüzgârının tadını çıkarıyordum. O da benimle uğraştığı anların karşılığı olarak ufak bir başlangıç sayabilirdi bunu.
Fakat yine de, çizgi roman kafe evimize çok uzak olmadığı için istediğim kadar oyalanamadım tabii. Bay Park beni samimi gülümsemesiyle karşıladığında yanına doğru ilerledim. Ben bir şey demeden önüne geldiğim tezgâha iki bitki çayı bardağı koydu. Sıcak olduğu belli oluyordu. Başkasının siparişidir diye çok oyalanmasam da onlarla, tepsiyi önüme sürdü ben henüz hiçbir şey demeden.
"Seni bekliyor, bunlarla birlikte git."
Yüzüme anlam veremediğim bir ifade yerleştirsem de gayet iyi anlamıştım aslında. Sadece rol yapıyordum. Bunun üzerine de tepsiyi biraz daha iterek konuşmadan yineledi söylemek istediğini. Ben de el mahkûm, ağır olmayan tepsiyi alıp daha önce gittiğimiz bölmeye doğru ilerledim. Önüne geldiğimde Bay Lee'nin rafların önünde bağdaş kurduğunu ve isimleri incelediğini gördüm. Yapmacık bir şekilde boğazımı temizlediğimde hızla döndü bana ve yüzündeki boş ifadeyi belli belirsiz bir tebessümle değiştirdi.
"Gelmişsin."
"Gördüğünüz üzere."
Onun aksine bomboş bir ifadeyle dikilirken olduğum yerde, merdivenin yanına gelip elini uzattı tepsiyi almak için. Ben de irdelemeden verdim ve basamakları tırmandım ayakkabılarımı çıkarmadan hemen önce.
Sabahki kıyafetleri üzerinde kırıştığından, fakülteden çıkar çıkmaz buraya geldiğini anladım. Bunu umursamıyor gibi duruyordu ama. Karşısında oturduğumda birkaç saniye sert bakışlarımla topu direkt olarak ona atmıştım fakat henüz bir atakta bulunmuyordu. Kollarımı göğsümde birbirine dolamak için derin bir nefes aldığımda uzatmaması için son bir fırsat sundum ona. Tabii, daha nefesimi geri vermeden temizledi boğazını ve ortamızda duran tepsideki kupalardan birini bana uzattı.
"Senin için sipariş vermiştim, hibisküs."
Bakışlarım bardaktaki koyu fuşya çaya kaydığında birkaç saniye beklettim fakat en sonunda alıp yanıma bıraktım bardağı. Sert ifadem yerini koruduğundan başım ağrımaya bile başlamıştı, kaşlarımı kaldırıp başıma masaj yapmak istiyordum bir an önce.
"Sorun nedir Bay Lee?"
Kendine ait olan bardağı alıp tepsiyi ortadan kaldırırken anlamamış gibi bir ifadeyle döndürdü bakışlarını bana. Ben yine de zaman kazanmak için çayını yudumladığını anladım ama.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
21st century's dumbs│minsung
Fiksi Penggemar"Başka sorusu olan?" Kafamın içine yansıtılan bir projeksiyonda şu anki kadar ürkmüş olmayan bir Han Jisung el kaldırdı ve ona söz hakkı veren Bay Lee'ye, 'ya sınırları aşarsak' diye aptal bir soru sordu. Bay Lee ise az önceki sert ifadesinden eser...