1; a daisy bouquet.

184 30 9
                                    

şiddetli yağmur yağan birkaç saatin ardından güneş, arkasına saklandığı gri bulutların arasından kendini göstermişti. gökyüzüne hakim olan adeta matem havası, başkalarına iç karartıcı ve boğucu gelebilirdi, fakat yoongi böyle havaları oldukça severdi. kendisine iyi gelirdi zira, çakan şimşekleri izlerken kendi öfkesini yüklerdi her bir elektrik dolu buluta ve bilirdi; gök kendisi için ağlardı.

elindeki kupadaki kahveden son yudumunu da almış ve bardağı komidinin üzerine koymuştu sessizce. en ufak bir sese tahammülü yoktu; gürültüye, kalabalığa, insanlara dayanamazdı. kendini bulunduğu dünyaya ait hissetmezdi, zaten yaşamıyordu o. ruhu infaz edilmiş bir mahkûmdu onun, bedeni ise çürümeye yüz tutmuş bir kemik torbasıydı yalnızca.

ağır adımlarla, beyazdan başka en ufak bir rengi barındırmayan odasının ortasında bulunan yatağına doğru ilerledi ve yavaşça oturdu. yorgundu. çok ama çok fazla bitkindi. gözlerini her kırptığında batıyordu kirpikleri. uyuyamıyordu. uykusuz geçirdiği yirmi birinci saatindeyken kendini berbat hissediyordu. uyumak istiyordu aslında. fakat gördüğü kâbuslar öylesine şiddetli oluyordu ki, bir kâbusa daha dayanabilecek kadar güçlü hissetmiyordu kendini. bedeninde o enerjiyi bulamıyordu bir türlü.

gençti aslında, yirmi dört yaşındaydı fakat ruhu, hayatta görüp görebileceği hiçbir şey kalmamış olan ve aldığı her nefeste ölümü bekleyen seksen yaşındaki bir adam kadardı; aslında yorgunluğu tanrı kadardı. çok fazla görmüştü bu hayatı ve şimdi en sevdiği yemekten tiksinmiş bir çocuk gibi, iğreniyordu hayattan. yaşamın her bir zerresini kusmak istiyordu.

iç çekti sıkıntıyla. ardından komidinin çekmecesinde duran sigara paketini alarak yeniden ayağa kalktı. küçük not defteri ve kalemini de alıp odasından çıktı sonrasında. boğucu bir sessizliğe sahip olan koridorda ağır ağır yürüyerek adımlarını bahçeye yönlendirdi.

kapıdan çıktığında yüzüne vuran soğuk rüzgâr selamlamıştı onu, ve bu hoşuna gitmişti. soğuk havaları ve kış aylarını oldukça severdi, her ne kadar kansızlık sorunu olduğu için çok üşüse de bunu umursamıyordu. gerçi, kendisi ile alâkalı hiçbir şeyi umursamıyordu. ölüm çizgisinin üzerinde dengede durmaya çalışan bir cambazdı o. fakat normal bir cambazdan tek farkı, onun aksine ipten düşmeyi diliyordu.

yavaş hareketlerle bahçede bulunan banklara doğru yürüyüp boş olan bir tanesine oturdu. ve eş zamanlı olarak cebinde bulunan paketini çıkardı. elleri üşüyordu. soğuktan ve çok sigara içmekten dudakları çatlamıştı. çok kötü göründüğünün farkındaydı, ve bunu özellikle yapıyordu.

kendini çirkinleştirmek için uğraşıyordu, elinden geleni yapıyordu; çünkü biliyordu ki güzellik lanetti.

kalın sigarasını ince dudakları arasına koyup çakmakla birkaç denemenin ardından yakmayı başardığında, bir kolunu karnına sarmış ve arkasına yaslanmıştı. her an kalkmaya hazır bir şekilde oturuyor, etrafa ifadesiz bakışlar atıyordu. gözlerinden adeta ruhsuzluk akıyordu, öylesine baygın bakıyordu ki sanki seksen yaşında ve hayattan bıkmış, bunalımlı bir adammış gibiydi.

bakışları etrafta gezindi durgunca. bütün hareketleri monotondu, irislerini hareket ettirmek bile yoruyordu onu. sigarasından derin bir nefes aldı ardından.

bedenini zehirlemeyi severdi ve, kendisini çabucak ölüme ulaştıracağını düşündüğü bu zehir dolu çubuğa adeta âşıktı. ciğerlerine adeta oksijenmiş gibi çektiği dumanı dışarıya verdi ve hafifçe kafasını kaşıdı. simsiyah saçları darmadağınıktı. savaştan çıkmış gibi bir görüntüsü vardı, ürkünç gözüktüğünü biliyordu. üzerindeki kıyafetler bembeyazdı, ve beyaz teni her zamanki gibi solgundu. hayalet gibiydi, evet. onun için söylenecek en doğru şey buydu belki de; hayalet.

yanmakta olan sigarasının filtresinin sesi kulaklarına doldu, o cızırtılı sesi dinledi dikkatle. daha sonra yeniden kesik bir nefes çekti ve havaya karışan dumanı seyretti öylece. ve ardından, etrafı izlemeye devam etti.

merkezin büyük ve geniş demir kapısından içeriye girenleri inceledi. orta yaşlarda sarışın bir kadın telefonla konuşarak, oldukça stresli bir şekilde konuşma yapıyordu. diğer köşede yaşlı sayılabilecek bir adam bir kenarda durmuş, birini beklercesine dikiliyordu orada. bahçe ise kalabalık sayılırdı, birçok kişi tıpkı kendisi gibi temiz hava almak adına çıkmıştı.

ve bu sırada gözüne genç bir adam çarptı.

üzerinde özenle ütülenmiş siyah bir gömlek vardı. göğüs kaslarının düğmeleri zorladığı gömleğin içinde, çok güzel duran esmer bir beden vardı. esmerin uzun ve simsiyah saçları hafif dalgalı ve karışıktı, muhtemelen de nemliydi. elinde bir papatya buketi ve yüzünde hafif bir gülümseme yer edinmişti, heyecanlı gibi duruyordu.

yoongi, nedenini bilmediği bir şekilde gözlerini ondan ayıramıyordu. acaba, diye düşündü. o papatyaları kime getirmişti?

her kime getirdiyse beyaz tenli, onun şanslı olduğunu düşünüyordu. hayır hayır, onu kıskanmamıştı. sadece.. sadece o hayatında hiç çiçek almamıştı. ve bunun çok anlamlı olduğunu düşünüyordu, özel buluyordu.

birinin ona çiçek almasını çok isterdi aslında. derin bir nefes alarak sigarasından bir nefes daha aldı ve yere atarak izmaritin üzerine basıp, onu ezdi. daha sonra ise gözünü alamadığı esmer tenli gence yeniden baktı.

genç, cebinden çıkardığı telefonuna anlık bir bakış atmış ve yüzündeki sonsuz gülümsemesiyle adımlarını binanın girişindeki merdivenlere doğru yönlendirmişti. yoongi ise arkasından bir süre daha bakmış ve kafasını çevirerek yere bakmaya başlamıştı, ne de olsa yapabilecek bir şeye sahip değildi.

ve tek yaptığı yeni bir sigara daha yakmak oldu. çakmak sesi kulaklarına doldu ve o an,yeniden yağmur çiselemeye başladı. eş zamanlı olarak gözlerinden bir damla daha yaş süzüldü, istemsizce.

gök, onun için ağladı; yağmurlar gözyaşlarını gizledi. ve beyaz tenli, yağan yağmurun kendi pisliğini temizlemesini diledi. her ne kadar üzerindeki kir ve pisliği, hiçbir suyun temizlemeyeceğini bilerek.

traumatisme, taegiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin