2; beauty is a curse.

123 29 10
                                    

beyaz tenlinin hesaplarına göre, otuz iki dakika geçmişti o içeriye gireli. ve kolundaki saate bakmaya devam ediyorken içinden onun çıkmasını diliyordu. böylece onu bir kez daha görebilirdi. neden onu görmek istediğini de bilmiyordu aslında, bir sebebi yoktu fakat sadece içinden geleni yapıyordu.

bir şeylerin nedenlerini uzun zamandır sorgulamıyordu, kurcalamıyordu. yalnızca kabulleniyordu ve belki de böylesi daha kolaydı.

hava gittikçe serinliyordu; yağmur damlaları saçlarına davetsiz bir misafir gibi konuyordu ve esen rüzgârın adeta onun yalnız hissetmemesi için kendisine sarıldığını düşünüyordu. zihnindeki düşünceler onu esir almaya başlıyordu yine, bununla beraber bir baş ağrısına da davetiye çıkarıyorlardı aynı zamanda. kafasını çıkarıp atma isteğiyle dolup taşıyordu. hafızasının ona sık hatırlatmayı sevdiği geçmişten gelen birtakım görüntüler ve sesler, hiç iyi gelmiyordu ruh sağlığına. bıraktıkları ağırlık baskı yapıyordu, buna dayanamıyordu artık. üstelik bunu kontrol altına alamadığı için de daha kötü hissediyordu.

boktan bir kısır döngünün içinde hapsolup kendimi tüketiyordu ve bu kontrolü dışı gerçekleşen bir durumdu, bir o kadar da çıldırtıcı bir döngüydü. o kendini kontrol etmiyordu, kendi bedeni ve zihninin, düşüncelerinin kontrolü; içindeki ona düşman olan başka bir kişilikteydi sanki.

kendi düşünce zincirinde kaybolurken, kulağına aniden bir çakmak sesi doluyor. ses, tam olarak yan tarafından geldiği için irkiliyor ve kafasını yana çevirip bakıyor. kafasının içindeki kaos ile meşgulken, kaç dakikadır çıkmasını beklediği çocuk çıkmış ve koskoca bahçede kendisinin oturduğu banka oturmuştu. beyaz tenli, istemsiz bir savunma mekanizması ile bankın en ucuna doğru kaymış, ondan uzak durmuştu.

yanına gelmesi, garipti. fakat çok da umursamamıştı yoongi bu durumu. zira şans ona ne zaman gülse, o da genellikle götüyle gülerdi. buna öylesine alışmıştı ki, şu an normalin dışına çıkmış olmasını bile fazla umursayamıyordu. sigarasını içip gidecekti ne de olsa, onu ilgilendirmiyordu. bu yüzden umursamasına da gerek yoktu. yeniden önüne döndü.

çiçek buketi hâlâ elinde duruyor, ama hastaneye girerkenki neşesinin yerinde adeta yeller esiyordu. üzgün olduğunu da çok fazla belli ediyordu bu şekilde. beyaz tenli, merakını gizleyemiyordu. sormak istiyor ama bir yandan da haddi olmadığını düşünüp çekiniyor, kendisi ile çelişiyordu. ve bu sırada, esmer tenli genç kafasını ona doğru çevirdi.

"çok mu acınası duruyorum?" alaylı bir gülüş kapladı dudaklarını ve eş zamanlı olarak başını eğmiş, bakışları elindeki bukete takılı kalmışken sigarasından kesik bir nefes çekmişti. "sanırım öyle duruyorum." sesi kırgın çıkıyordu.

beyaz tenli, ona ne demesi gerektiğinden emin olamıyordu. ardından aklına bir şey geldiğinde, hızlıca not defterini ve kalemini çıkarıp yazmaya girişmişti.

'aksine, çok ronantik bir adam gibi duruyorsun. kendine haksızlık etme. kırgın olduğunu gözlerinde görebiliyorum.'

ardından defteri çekingence ona uzatmış, fakat bunu yaparken göz temasından kaçınmıştı. taehyung, kendisine uzatılan deftere bir anlam veremeyip kısa bir an duraksasa da, bozuntuya vermemiş ve özenle yazılan cümleleri okumuştu. ardından, yüzünde bir gülümseme belirmişti.

"gerçekten böyle mi düşünüyorsun? ben düşünmüyorum ama, teşekkür ederim." buketi kaldırıp ona doğru uzatmıştı sonrasında. "bunu sana vermek istiyorum. aslında bu çiçekler sevdiğim kadının doğum günü içindi, ama o beni görmek istemediğini söyledi." derin bir nefes verdi. "ama sen beni gülümsettin, ben de seni gülümsetebilmek isterim. bu sebeple kabul edersen beni çok mutlu etmiş olursun."

kabul, bunu hiç beklemiyordu. şaşkınlığını atabilmesi birkaç saniye sürmüştü ve bu süre zarfında ise boş boş karşısındaki bu adamın yüzüne bakmıştı öylece.

"almayacak mısın?" kendisine beklentiyle bakan adamı kıramayacağını düşündü. ardından cebinde duran peçetesini çıkarıp, dikkatlice ve fazla temas etmemeye özen göstererek ağır hareketlerle buketi onun elinden aldı. sonrasında papatyaları inceledi, ne kadar da güzel olduklarını düşündü. ve, yüzünde o çiçekleri kıskandıracak bir gülümseme belirdi.

"hayatımda hiç, gülümserken bu kadar güzel olan bir insan görmemiştim." demişti esmer tenli dürüstlükle. gerçekten de öyleydi, karşısındaki adamın gülümsemesi öyle naifti ki.

çok kırılmıştır, diye düşündü gözlerini ondan alamazken.

kim bilir, ne kadar çok kırmışlardı karşısındaki adamı. ne kadar çok üzmüşlerdi, ne kadar yaralamışlardı o güzel ruhunu.

güzel kelimesini duyduğu anda, tebessümü adeta yüzünde donmuştu yoongi'nin. taehyung ise ne olduğuna anlam verememişti, yanlış bir şey söyleyip söylemediğini düşünmüştü o anda.

bir başkasını çok mutlu edip daha fazla gülümsetebilecek bu cümle, yoongi'nin kendisinden iğrenmesine yol açıyordu. çiçeği yanına bıraktı ve defterine yeniden hızlıca bir şeyler yazmaya başladı.

'ben güzel değilim.'

taehyung, okuduğu satırlarla istemsizce birkaç saniye duraksamış ve kafasını kaldırıp, karşısındaki adamın yüzünü incelemişti. ve yoongi rahatsızlık hissiyle iyice bankın ucuna kayarak başını çevirmişti. incelenmekten, süzülmekten hoşlanmazdı.

"hayır, hem de çok güzelsin. güzelliğini göremiyor musun?" esmer tenlinin bütün içtenliğiyle sorduğu bu soruya karşı yoongi yalnızca kafasını iki yana hızlıca sallamış, ardından parmakları arasında tuttuğu peçeteyi açıp buketi eline almıştı. ve ayağa kalktığında, taehyung'un kaşları çatılmıştı. kötü bir şey dememişti ki ona. aksine, bir gülümseme veya teşekkür, veya içten bir bakış bekliyordu. beklediği tepki kesinlikle ama kesinlikle bu değildi. şaşkınlığını gizleyemiyordu ama sonradan aklına bir rehabilitasyon merkezinde oldukları geldi. kendine göre bir sebebi olmalı, diye düşündü fakat ona bir şey söylemeyerek sadece gülümsedi.

"yanlış bir şey söylemiş olmalıyım, lütfen kusuruma bakma. seni üzmek istememiştim." ardından tıpkı onun gibi ayağa kalkıp karşısında dikildiğinde beyaz tenli refleks olarak kollarını vücuduna sarıp birkaç adım geriye gitti.

kendini korumaya çalışıyor, bu bir savunma mekanizması diye düşündü taehyung fakat bozuntuya vermedi.

"o çiçekleri peçeteyle tuttun ama bilmelisin ki, çiçeklerden yayılacak şey mikrop değil yalnızca sevgidir, saflıktır. onlar her baktığında seni mutlu edebilirler, sana zarar veremezler. onlardan da kendinden de iğrenmemelisin."

yoongi gözlerini kaçırdı. sorun mikroplar değildi, hastalık da değildi ama bunu ona anlatmaya niyeti yoktu, sonuçta bulundukları yer bir tür akıl hastanesi sayılırdı bu yüzden karşısındaki bu genç adamın kendisi hakkında ne düşündüğü zerre umurunda değildi. sonrasında buketi sıkıca tutarak arkasını dönmüş ve klinikten içeriye girerek o basık, boğucu odasının yolunu tutmuştu. taehyung ise sadece hiç konuşmayan ve gözleri bu denli hüzünle bakan çocuğun sakince gidişini izlerken, oldukça hüzünlü bakışları olan bu çocuğa kalbinin ısındığını o andan itibaren biliyordu.

traumatisme, taegiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin