11; madness.

140 23 20
                                    

ilkbahar yerini yakıcı, kavurucu yaz ayına bırakırken takvim yaprakları birer birer değişti. her geçen günde yoongi daha iyiye gidiyor, ilaçlarını düzenli kullandığından dolayı eskisi kadar atak geçirmiyordu. taehyung ise istisnasız her gün geliyor ve iki günde bir kocaman bir papatya buketi getiriyordu odasına; taze çiçek kokusu odasının dışına kadar çıkıyordu ve odası vazolarda dolu çiçeklerle dolmuştu. lâkin bu durumdan asla şikayetçi değildi, aksine oldukça mutlu oluyordu. bazen odasında beraber uyuyorlardı; taehyung tıpkı bebeği gibi göğsünde uyutuyordu onu özenle. bazenleri her şeyden bunaldıklarında çatıda oturuyorlardı, kimi zaman da merkezin büyük bahçesinde dolaşıyorlardı. günleri güzel geçiyor da denebilirdi, neye benzediğini unuttuğunu düşündüğünü mutluluğu yeniden tadıyordu. ve en önemli şeyse onun varlığını kabul edebilmişti, onu benimseyebilmiş ve yanındayken keskin sınırlarını gevşetebiliyordu. onu o sınırlardan içeriye kabul edebiliyordu kolaylıkla günden güne.

ve taehyung'un kendisinden hiç vazgeçmemesine de hayranlık duyuyordu. onun sabırlı oluşunu, anlayışlılığını seviyordu. bütün bunlar belki acıları kesiştiği içindi, belki aynı yerden kanatıldıkları içindi ama yoongi yine de bütün bunları seviyordu. hayatında onun gibi birine sahip olduğu için de kendini şanslı hissediyordu.

yaklaşık dört gündür de ortalıkta yoktu papatyalar kadar sevdiği güzel bakışlı adam. nerede olduğunu bilmiyordu ve normalde istisnasız her gün gelirken bu sefer gelmemesi içini huzursuz etse de, kötü bir şeyin olmadığına dair kendi kendini telkin etmeye çalışıyordu yoongi. şimdilik elinden gelen şey buydu ve onun nasılsa işleri biter bitmez, müsait olduğu ilk anda soluğu yanında alacağını biliyordu içten içe. o yüzden de zihninden kötü düşünceleri kovmak için elinden geleni yapıyordu.

içi sıkılmaya başlamıştı yeniden, bahçeye çıkıp bir sigara içmeli ve kafasını toplamalıydı. gelmiyorsa kendine göre haklı bir sebebi vardı elbette, o yüzden beklemeliydi onu ama tabii onun gelmediği her an üzüldüğü de bir gerçekti. iç çekerek paketini alıp cebine koymuş ve kapısını açarak odadan çıkmıştı. ve çıktığı esnada koridorun başında onu gördü, tam gülümseyecekti ki onun yüz hatlarının bile gerildiğini ve gözlerinin adeta ateş saçtığını fark edip duraksamıştı. ve yanından geçerken omuzları birbirine değmesine rağmen taehyung oralı olmamıştı, sanki kendisini görmemiş gibiydi. kaşları çatıldı yoongi'nin.

bir şey olmuş, diye düşündü içinden istemsizce. yoksa asla böyle yapmazdı. kızgın gibi duruyor, öfkesinden baktığını bile görmüyor.

arkasına dönüp baktığında onun narsha'nın odasına doğru yönelip kapıyı gürültüyle açtığını, arkasından kapatırken de adeta menteşeleri yerinden sökecek kadar şiddetle kapatmasına karşılık irkilmişti. ne oluyordu? bir sorun var gibiydi.

tam bunları düşünürken ve ne olduğunu anlamaya çalışırken onun öfkeli sesini işitti. "sen ne istiyorsun benden ya? bitmedi mi hâlâ hırsın, daha ne istiyorsun? hayatımı daha ne kadar mahvedebilirsin inan bilmiyorum, her seferinde beni şaşırtıyorsun. seninle tanıştığım güne de sana da lanet olsun gerçekten."

öyle yüksek sesle konuşuyordu ki sesinin sertliğinden ve yüksekliğinden istemsizce irkilip duvara yaslanmıştı beyaz tenli çocuk. onu daha önce hiç böyle görmediğinden bu saldırgan ve agresif hâlini öylesine garipsemişti ki sertçe yutkunma ihtiyacı hissetmişti. kızın sesini duymuyordu ama taehyung'un her bir cümlesi oldukça şiddetliydi. daha sonra bazı gürültüler koptu. eşyaların etrafa fırlatılma sesi inletti etrafı. yüksek sesle edilen küfürler ve ağlayış sesleri de buna eşlik etti. kaç dakika geçtiğini bilmiyordu ama iki tarafın da öfkesinin dinmesi hiç kısa sürmedi.

ve yoongi korkmaya başladığını hissetti onun hiddetinden. tabii, ne olduğunu bilmiyordu. belki o haklıydı böyle tepki vermekte, ama yine de ürkmüştü işte.

traumatisme, taegiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin