3; a smile with tears.

104 26 5
                                    

aradan iki hafta geçti.

kendisiyle ilgilenen kadından binbir ricayla zorlukla elde edebildiği vazoya koyduğu papatyaları artık solmaya yüz tutmuştu. ama yoongi bir dalı koparıp, onu ölümsüzleştirmek adına en sevdiği kitabın en sevdiği cümlesinin olduğu sayfanın arasına koymuştu ve böylece o kitabı ne zaman aralasa; gülümseyecekti. o çocuğun da dediği gibi, çiçekler sadece sevgiyi yayardı etrafına ve yüreklere. o da severdi bitkileri, canlıları ve doğayı. çiçekleri, hayvanları ve evreni severdi. gerçi bütün bunlar eskidendi çünkü artık pek bir şey hissedemiyordu. hissedebilmek için fazla yorgundu.

uzun zamandır kalbinde yer edinen duygular korku, endişe, stres ve iğrençlik duygusuydu ve kendine dair bunlardan başka bir hisse de sahip değildi. kendinden tiksiniyordu, bedeninden nefret ediyordu ve eğer kendini tamamen yok edebilme şansı olsaydı, bunu bir an bile düşünmeden kabul eder ve yapardı. çünkü lanetli olduğunu düşünüyordu, kendini görmemek için aynalara bile bakamıyordu, vücuduna dahi yabancılaşıyordu her geçen gün.

eskiden böyle biri değildi. kendini seven bir çocuktan, kendine düşman bir adama dönüşmesi sekiz ayını almıştı. kolay değildi aldığı her nefeste ölmeyi dilemek. yaşadığı şeyler de kolay değildi onun, daha fazla savaşacak gücü yoktu hayatla.

kendini soyutlamak için bu rehabilitasyon merkezine yatmıştı. tüm dünyayla arasına bir perde çekmişti ve ne konuşmayı, ne de anlatmayı reddetmişti yaşadıklarını. yapabileceği tek şey buydu şu saatten sonra. fazlası gelmezdi elinden.

dudaklarının soğuktan çatladığını fark ettiğinde ufak aynasının önüne geçerek kendi aksini süzmüştü. gözlerinin etrafı şişmiş, irislerinin feri sönmüştü; çok bitkin duruyordu. yirmi sekiz saatlik uyanıklığın ardından sadece üç saat uyuyabilmişti ve gördüğü geçmişe ait kabuslar yüzünden uyanmıştı. gördüğü her bir kabus onu daha fazla güçsüzleştiriyordu. ne vücudu ne de zihni artık bu kabusları kaldırabilecek kadar güçlü değildi. tek istediği sakin bir uykuydu aslında, herkes gibi normal bir şekilde uyanabilmek istiyordu ama uykusuzluk bedenini bitirdiği gibi, o kadar uzun süren uyanıklığın ardından uyuduğunda her ne kadar dinlense de, sıçrayarak ve kimi zaman çığlık atarak koparıldığı uykusu onu daha da fazla yoruyordu.

artık tükeniyordu, genç olsa bile bu tempoya dayanamıyordu. vücudu isyan bayraklarını sallıyor ve pes etmenin sinyallerini fazlaca veriyordu. en basitinden iştahında bile bir denge yoktu. günlerce azami derecede beslenerek o şekilde idare edebilirdi ya da ani bir yeme atağı geçirerek bilincini kaybetmiş gibi yemeğe saldırabilirdi. böyle anlarından sonra da genelde çok pişman olur ve kimi zaman kendini kusturmaya, kimi zaman da odasında spor yaparak ya da dans ederek aldığı kalorileri yakmaya uğraşırdı.

aynaların karşısına geçtiğinde sadece yüzüne bakabilirdi mesela. vücudu bile iğrendiriyordu onu. banyoya girip, saatlerce çıkmazdı duştan. kendini pis ve kirli hissederdi. bu hep olurdu aslında, asla yeterince temiz hissedemezdi. duştan çıkmasının iki saate yakın sürdüğü oluyordu çünkü üstündeki pisliğin gerçekten geçtiğine inanamıyordu. hiçbir erkeğe dokunamazdı ama kadınlarla bir problemi yoktu. sekiz ay öncesine kadar erkeklerle de bir derdi yoktu aslında, yönelimi bile homoseksüellikti. ama yapamıyordu, hemcinslerinden ödü kopuyordu.

dokunmaktan korkmadığı tek bir erkek vardı.

yaşadığı kaza sonrası hayatına giren, belki de hâlâ konuştuğu tek arkadaşı jeon jungkook. sıklıkla kendisini ziyarete geliyordu, yoongi ne yaptıysa onu kendinden koparamamıştı. jungkook ona çok düşkündü ve tıpkı küçük kardeşi gibi, bebeği gibi ilgilenip korurdu yoongi'yi. o da içten içe hoşnut olurdu bundan ve belli de ederdi.

traumatisme, taegiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin