Gözlerimi açtığım anda istemsiz olarak yataktan kalktım ve yere kustum. Midemin acımasıyla yatakta kavrulurken bir yandan da iki günden beri ağzıma bir lokma koymadığım aklıma gelmişti. Kustuğum şey ise sadece bir sudan ibaretti. Öğürmem bittiğinde ağzımı çarşafa sildim. Yerdeki görüntü iğrençti bunu gördüğümde midemin bulantısı tekrar başlıyordu. Hava aydınlıktı ve kanepede kimse yatmıyordu. Bu rezaleti görmemesini umuyordum.
Yatağın sağ tarafından bacaklarımı uzattım ve temiz zeminde ayağa kalkmaya çalıştım. Burayı temizlemeliydim. Ayağa kalkmamla başımın dönmesi bir olmuştu. Gözüme bir karaltı inmişti. Tutunacak bir yer bulamayınca yüzüstü yere düştüm. Çenemi çok kötü bir şekilde çarpmıştım ve burnum da sızlıyordu. Ellerimle destek almaya çalışacakken bir kol belimi sarıp beni kucağına aldı.
Yatağın kenarına yatırdı ve hızla dışarı çıktı. Hala yarı baygın şekilde hareket ediyordum. Yutkunduğum sırada boğazımı yakan acı bir kan tadı geldi. Burnumu silmek için elimi kullandım ve parmağıma bulaşan kanı gördüm. Başımı dik tutmamla beraber kan akışının hızlanması bir olmuştu. Burnumdan akan kanlar tişörtüme damlıyordu. Yanımdaki çarşafı bastırarak tampon yapmaya başladım. Kapının hızla kapanma sesiyle başımı çevirdim. Elinde küçük bir çantayla yanıma geldi.
İçinden aceleyle pamuk çıkarttı ve elimle burnuma bastırdığım çarşafı kenara attı. Pamukla yavaşlayan kanı silerek temiz olan pamuğu yerleştirdi. Çarşaf kıpkırmızı olmuştu. Çantadan çıkarttığı beyaz kutulu kremi eline alarak bana baktı.
''Başını kaldır.''
Sesindeki ton samimiydi. Yardım etmeye çalıştığı belli oluyordu. Ne kadar tedirgin olsamda bu hali beni bir nebze de olsa rahatlatmıştı.
Başımı kaldırdığımda elindeki kremi çeneme sürmeye başladı. Korkunç bir acımayla geri çekildim. Yere nasıl düştüysem hem burnum hemde çenem çok kötü acıyordu.
''Yaklaş. Acısını dindirir.''
Dişimi sıkarak bu acılı anın bitmesini bekledim. Nazik hareketlerle çeneme daireler çiziyordu. Bana bu kadar narin davranması tuhafıma gitmişti. Sonuçta onun esareti altındaydım. Bana ne yapacağını bilmiyordum. Bana zarar vermeyeceğini söylediği halde kendimi rahat hissetmiyordum.
Elini çenemden çektiğinde ağzıma acı bir tat geldi. Mide bulantım ağzıma bir şey koymayana dek devam edecekti. Komidinin üzerindeki suya uzanmaya çalıştım. Ayağa kalkmayacak kadar bitkindim. Yanımdan kalktı ve su bardağını bana uzattı. Elindekini almadan önce yüzünü inceleme fırsatı bulmuştum. Uzun kahverengi saçlar ve derin kahverengi gözleri vardı. Üç-dört gün önce kestiğini sandığım sakalları uzamıştı. 22-23 yaşlarında olduğunu sanıyordum.
İçtiğim su bardağını tekrar ona uzattım. Yanındaki çantayı aldı ve ayağa kalktı.
''Bir şeyler yemelisin. Kahvaltı hazır.''
Bana bakmadan söylediği sözler karşısında ağzım açık kalmıştı. Rehin aldığı kızın sağlığını düşünüyordu. Benim bildiğim veya sandığım erkek kıza kötü davranır, ellerini bağlardı. Ya Savaş çok merhametliydi ya da ben çok salaktım.
Yavaşça ayağa kalktım ve bu büyük odadaki banyoya girdim. Burası bile bir oda büyüklüğündeydi. Ev çok güzel bir şekilde dizayn edilmişti. Bayağı zengin olmalılardı. Kapıyı kilitleyip üzerimdeki pis kıyafetleri çıkardım. Duşun sıcak su tarafını açarak kabini örttüm. Şimdi yalnızlığımı daha da derinden hissetmiştim. Yapayalnızdım.. Hiç olmadığım kadar.
***
Duştan çıktığımda çırılçıplak bedenimden süzülen yaşlar ayak havlusuna damlıyordu. Tekrar aynı kıyafetlerimi giyemezdim. İçerideki giysilerden ödünç almalıydım. Dolabın kapağını açtığımda bayan bornozları dikkatim çekti. Burada yaşayan kesinlikle birisi vardı. Annesi? Ablası? Kız arkadaşı?
Mecbur olarak bir tanesini giydim. Dolap kapaklarından birtanesini açtığımda karşıma yine başkasının kullandığı diş fırçası vardı. Birkaç dakika aramalarımın sonucunda sonunda bir tarak bulabilmiştim. Kurutma makinelerinin yaptığı ses sinirimi bozuyordu. Onun için saçımı kurutmadım ve tarağı yerine bırakarak dışarıya çıktım.
Direkt gardroba doğru yöneldim ve giyinmek için birkaç parça eşya seçtim. Siyah renkteki iç çamaşırlardan aldım. Kıyafetleri yatağa doğru attım. Yeni çarşaf takılmıştı ve yerde kusmuk falanda yoktu. Ben duştayken temizlemiş olmalıydı. Utancımdan kızardım ve tüylerim diken diken oldu.
Dar gri renkteki pantalonu giydim. Son olarak tişört kalmıştı. Yanlış katlanmış olan tişörtü ters çevirirken pencereden boş gözlerle dışarıya baktım. Ait olduğum yer burası değildi. Ruhum annemin, Teomanın yanındaydı. Bedenim buraya hapisti. Annem.. Her gece uyumadan önce kapımı kısık bir şekilde açıp bana bakan annem..
''Hayal?''
Arkamdan gelen ses ile yerimde sıçradım. Savaş tam arkamda durmuş yüzüme bakıyordu. Karşısında siyah sütyenle duruyordum. Elimdeki tişörtü hemen kafamdan geçirerek giydim. Birkaç adım geri çekildim. Dalmış olmalıydım. Ondan uzaklaşmama rağmen yüzüme dik dik bakmaya devam ediyordu. Kendini ne sanıyordu? Piç, istediğini istediği zaman yapabilen klasik bir zengin züppesi mi? Ah, kesinlikle öyleydi. İçimde ona karşı oluşturmaya başladığım küçük nefret topunun gittikçe büyümesini zevkle izleyecektim.
Savaş bana hiçbir şey söylemeden kapıya doğru yürüdü. Kulpu tutmadan önce biraz bekledi.
''Kahvaltı hazır.''
Kapıyı hızla açtı ve kulağı sağır edecek biçimde sertçe kapattı. Sesin yaptığı etkiyle yerimde sıçradım. Bir şeyler yemem gerektiğinin farkında olarak kapıya doğru yürüdüm.
***
Mutfağa geldiğimde sofradaki çeşitli kahvaltılıklar dikkatimi çekmişti. Fincanlara koyduğu sütün buharını görebiliyordum. Simiti bandırarak yediğim vişne reçeli bile vardı. Kurt gibi açtım ama kendimi saldırgan bir hayvan gibi göstermek istemiyordum. Yavaşça sandalyeye oturdum. Karşıma geçerek yanındaki kumandayı aldı ve televizyonun sesini açtı.
Sütten bir yudum aldım. Tatsızdı, içinde şeker yoktu. Yüzümü buruşturarak bu büyük sofradaki şekeri bulmak için gözümle taradım. Savaş şekeri aradığımı anlamış olacak ki önüme küçük krem renkteki kaseyi koydu. Yüzümü ona çevirdim.
"Teşekkür ederim."
Ağzını 'bir şey değil' anlamında büzdü ve kahvaltısına devam etti. Sütten bir yudum daha aldım. Bu tat öncekinden kesinlikle daha iyiydi.
Karnımın yavaş yavaş doyduğunu hissettikten sonra artık konuşma vaktinin geldiğini söylemeliydim. Çatalımı ve bıçağımı tabağın kenarına koydum ve yerimde kıpırdandım. Boğazımı temizleyerek ona baktım. Başını bana çevirdi ve ağzındaki lokmayı yuttu.
"Beni neden buraya getirdiğini söyleyecek misin?"
Cümlemi bitirmemle tabağına dönmesi
bir olmuştu. Bu söylediklerimi dikkate almıyordu. Ona dikkatini çekecek bir şeylerden bahsetmeliydim. Mektup.. Doğum günümde buraya getirilmiştim. Bir bağlantısı olduğunu düşünmem bile beni ürkütüyordu."O mektupları yollayan sendin değil mi?"
Bu soruyu sormam onda bir şok etkisi yaratmışcasına dondu. Elindeki çatalı yerine bıraktı ve ağzını peçeteyle sildi. Tam ağzını açacağı sırada televizyondan gelen haber sesi dikkatimizin dağılmasına sebep olmuştu.
"Şahin Holdingin ortaklasından olan Ünlü işadamı Levent Alparslan'ın oğlu Savaş Alparslan beş gündür ortalıkta görünmüyor. Şirkete de uğramayan Savaş Bey'in babası şu sözleri söyledi:
'Oğlum kafasını toplamak için birkaç haftalığına yurtdışına çıktı. Telaş yapacak bir şey yok.'
Savaş Bey'in annesinin endişeli görünmesi bu sözleri şüpheye düşürüyor. Yeni gelişmelerle karşınızda olacağız. Sıradaki haber Muğla'da yaşanan trafik.."Savaş kumandayı eline aldı ve televizyonu kapattı. Ünlü işadamı Levent Alparslanın oğlu Savaş.. Savaş Alparslan.. Milyonlarla bir top gibi oynayan Savaş.. Mektupları bana getiren Savaş.. Bağlantıyı kurmakta güçlük çekiyordum. Şu an her şey karışık geliyordu. İçimdeki duygular birbirine çorba gibi karışıyor, söyleyecek bir söz bulamıyordum. Ağzım açık bir şekilde Savaş'a bakılı kalmıştım. Söylediği tek cümle kulaklarımın uğuldamasına sebep olmuştu.
"Baban yaşıyor"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUMPAS
Romantizm... Renksiz dudaklar ve insanı derin bir uykuya çeken koyu kahverengi gözler.. Etrafına parfüm gibi yayılan ağır sigara kokusu.. Teslim olmamam gereken arzular.. Ve pes etmemem gereken bir savaş. ...