Dipsiz bir kuyu içerisinde ne tutacağım bir ip ne de sesimi duyurmak için atabileceğim bir çığlık vardı. Hiçbir şey net değildi. Etrafımdaki her şey gri örtülerle kaplanmış bir alandan ibaretti sanki. Nefes alamayacak kadar boğucu olan bu ortamda istediğim tek şey kendimi güvende hissetmekti.
Çalan kapı düşüncelerimin bölünmesine neden oldu. Kulaklarımın uğuldaması yavaş yavaş geçmişti. Savaş masadan kalktı ve dış kapıya doğru yöneldi. Dikkatimi konuşmalarına vermek için ayağa kalktım.
''Markete gidiyorum. Ona göz kulak ol.''
''Merak etme.''
Kapı kapanma sesi duyduğumda Savaşın dışarıya çıktığını anlamıştım. Beni kiminle yalnız bırakıyordu ki?
Yavaşça salona doğru yöneldim ve kanepelerde oturan geçen gün mutfakta gördüğüm adamı fark ettim. Elindeki telefona bakıyordu. Benim geldiğimi görünce başını bana doğru çevirdi. Onun yanında olmak istemediğim için odama çıkmaya karar verdim. Peşimden geldiğini parkedeki çıkardığı sesten anlamıştım.
''Odaya gidiyorum.''
''Emin olmalıyım.''
Duraksamadan merdivenlerden çıkmaya devam ettim. Hala peşimden geliyordu. Kafamı ona yoramayacak kadar yorgundum. Yatağa girdiğimde emin olacaktı. Odanın kapısını açık bırakarak içeri adımımı attım. Ona dönerek 'daha ne bekliyorsun?' anlamında bakış attım. Bıyık altından gülümseyerek geldiği gibi gitti. Merdivenlerden indiğine emin olduğumda ayağımdaki ses yapan ayakkabıları çıkardım ve Savaşın odasını bulmak için tüm kapıları açmaya karar verdim. Belki orada annemlerle iletişim kurabileceğim bir telefon bulabilirdim.
İlk kapıyı açtığımda burasının ardiye olduğunu anladım. Diğer kapıyı ne kadar zorlasam da açamadım. Dikkatimi çeken bir şey vardı o da bu kapı renginin diğerlerinden farklı olduğuydu. Sondaki kapıyı açabilmiştim. Evet, burasıydı. İçerisi bembeyazdı. Beyaz duvarlar, beyaz yatak, beyaz komidin, beyaz dolap ve beyaz perde. Çok fazla cam vardı ve bu da odanın apaydınlık olmasını sağlıyordu. İçimi istemeden de olsa bir ferah kapladı.
Yatağın sağ tarafındaki komidine doğru gittim. Çekmecelerini yavaşça açarak bir umutla içini karıştırdım. Elime gelen sadece bir kol saati ve içinde kuru bir papatya çiçeği olan çerçeve vardı. Diğer komidine baktım. Onda da hiçbir şey yoktu. Umudumu yitirerek yatağa oturdum. Yapabileceğim bir şey kalmamıştı. Sol tarafımdaki siyah hırkayı elime alarak oynadım. İstemsiz olarak burnuma doğru götürdüm. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Gözümden damlayan yaş bana Teomanı hatırlatmıştı. Başkasının hırkasını kucaklarken Teoman için ağlıyordum.
***
Aşağıdan sesler duyduğumda Savaş'ın geldiğini anlamıştım. Sandalyeye oturup boş gözlerle dışarıyı izliyordum. Babam yaşıyordu. Bu da o mektuplarda yazılan her şeyin gerçek olduğunu doğruluyordu. Peki ya neden? Neden insan kızının ölümünü düşünsün ki? Peki ya annem.. Yazdığı tüm kağıtlarda annemin öldüğünü söyleyen bir babam mı vardı? Bilmiyordum. Bilmiyordum! Kafam o kadar çok karışıktı ki.. Neyi düşünmem gerektiğini bile bilmiyordum. Bunları düşünürken de gelen ağlama isteğimi engelleyemiyordum.
Kapının açılmasıyla başımı çevirdim. Savaş'ın elinde büyük bir kutu vardı. İçindekileri merak etmiştim ama umursamıyormuş gibi davranacaktım.
Savaş kutuyu açtı ve bana arkası dönük bir şekilde içindekileri çıkardı. Ne olduğunu göremiyordum ama meraklı gibi gözükmemek için yanına gitmedim. İşi bittiğinde ayağa kalktı ve bana doğru döndü. Duvara doğru dizdiği yaklaşık 25-30 tane kitap vardı. Yapmayı çok sevdiğim şeyler arasında kitap okumak da vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUMPAS
Romance... Renksiz dudaklar ve insanı derin bir uykuya çeken koyu kahverengi gözler.. Etrafına parfüm gibi yayılan ağır sigara kokusu.. Teslim olmamam gereken arzular.. Ve pes etmemem gereken bir savaş. ...