Kendini toparlayıp hana geri döndü; bu kez duvar boyunca değil, karın içinden yürüdü, koridorda hancıyla karşılaştı, adam onu sessizce selamlayıp, barın kapısını işaret etti; K. bu işarete uydu, çünkü üşüyordu ve birilerini görmek istiyordu; oradaki küçük bir masanın başında –masa herhalde özel olarak oraya konmuştu, çünkü diğer zamanlar fıçılarla yetinirlerdi– o genç beyefendinin oturduğunu ve onun önünde de –K. için can sıkıcı bir sahneydi bu– Zur Brücke Hanı'ndan hancının karısının durduğunu görünce düş kırıklığına uğradı. Pepi, başını gururla arkaya atmış, hiçbir zaman değişmeyen gülümsemesiyle, şerefinden kesinkes emin biçimde, her dönüşünde saç örgüsünü savurarak bir aşağı bir yukarı koşturdu, bira, sonra da mürekkep ve kalem getirdi; çünkü bey kâğıtları önüne yaymıştı ve masanın bir bu ucunda, bir diğer ucunda duran kâğıtlarda bulduğu bilgileri kıyaslıyordu ve artık yazmak istemişti. Hancının karısı ayakta durmuş, sanki önemli olan her şeyi söylemiş ve bunlar kabul görmüş gibi, dudaklarını biraz kıvırmış, dinlenir gibi bir edayla yukarıdan aşağıya doğru beyi ve kâğıtları sessizce süzüyordu. K. içeri girerken, "Kadastrocu Bey, nihayet," dedi bey, başını bir an kaldırarak, sonra yine evrağına gömüldü. Hancının karısı da hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermeyen, umursamaz bir bakışla K.'ya şöyle bir baktı.
Pepi'ye gelince, o K.'yı ancak bar tezgâhına gelip, bir konyak ısmarladığında fark etmiş gibiydi.
K. oraya yaslandı, eliyle gözlerini kapadı ve hiçbir şeyle ilgilenmedi. Sonra konyaktan bir yudum alıp, içilecek gibi olmadığını söyleyerek kadehi geri itti. "Bütün beyler bunu içiyor," dedi Pepi kısaca, kalan konyağı döktü, kadehi yıkadı ve rafa kaldırdı. "Beylere daha iyisi de veriliyor," dedi K. "Olabilir," dedi Pepi, "ama bende yok." Kız böylece K. ile olan işini bitirmiş, yine beyin hizmetine dönmüştü; ama beyin hiçbir şeye ihtiyacı yoktu; kız onun omuzları üzerinden evrağa göz atabilmek için saygıda kusur etmeyen bir çabayla adamın peşinde daireler çizerek durmadan gidip geliyordu; ama bu, hancının karısının da kaşlarını çatarak onaylamadığını gösterdiği anlamsız bir meraktan ve üstünlük taslamaktan başka bir şey değildi.
Ancak hancının karısı ansızın dikkat kesildi ve kendini tamamen bu dinlemeye vererek bakışlarını boşluğa dikti. K. döndü, özel bir ses duymuyordu, diğerleri de bir şey duymuyor gibiydiler, ama hancının karısı parmak uçları üzerinde geniş adımlar atarak avluya açılan kapıya koştu, anahtar deliğinden baktı, ardından iri iri açılmış gözler ve kızarmış bir yüzle dönüp ötekilere baktı, onları parmağıyla işaret ederek yanına çağırdı; şimdi hepsi sırayla delikten bakıyorlar, en büyük pay hancının karısına kalıyordu, ama Pepi'yi de unutmuyorlardı, bey nispeten en ilgisiz olandı. Pepi ve bey çok geçmeden geri döndüler, yalnızca hancının karısı iyice eğilmiş, neredeyse çömelmiş halde zahmetle delikten bakmaya çalışıyordu hâlâ, sanki şimdi tek yaptığı, onu içinden geçirmesi için anahtar deliğine yalvarmaktı, çünkü muhtemelen çoktandır görecek bir şey kalmamıştı. Kadın sonunda doğrulup, elleriyle yüzünü sıvazladığı, saçlarını düzeltip derin bir soluk aldığı, gözleri belli ki odaya ve oradaki insanlara alışmak zorunda kaldığı ve bunu isteksizce yaptığı sırada; K., bildiğini doğrulatmak amacıyla değil de, çekindiği bir saldırıyı önlemek için –çünkü o kadar kırılgandı artık– "Yani Klamm gitti mi şimdi?" diye sordu. Hancının karısı sessizce K.'nın yanından geçip gitti, ama bey oturduğu küçük masadan, "Evet, elbette," dedi. "Siz nöbet tutma görevini bırakınca Klamm da gidebildi. Ama beyefendinin duyarlılığı çok şaşırtıcı. Bayan, Klamm'ın çevresine ne kadar huzursuz bakındığını fark ettiniz mi?" Hancının karısı bunu herhalde fark etmemişti, ama bey sözünü sürdürdü: "Evet, neyse ki görülecek bir şey kalmamıştı, arabacı kardaki ayak izlerini de süpürüp, yok etmişti." – "Hanımefendi hiçbir şey fark etmedi," dedi K., bunu herhangi bir umut beslediği için değil, beyin o kati ve itiraz kabul etmeyen edayla sarf ettiği sözleri onu öfkelendirdiği için söylemişti. "Galiba o sırada anahtar deliğinden bakıyordum," dedi hancının karısı önce beyi korumak adına, ama sonra Klamm'a hakkını teslim etmek isteyip ekledi: "Doğrusu Klamm'ın böylesine büyük bir duyarlılık gösterdiğini düşünmüyorum. Bizler elbette onun için kaygılanıyor ve onu korumaya çalışıyoruz ve bunu yaparken Klamm'ın aşırı duyarlı olduğunu varsayıyoruz. Bu güzel, zaten Klamm'ın kesinlikle istediği de bu. Ancak işin gerçekte nasıl olduğunu bilmiyoruz. Elbette, Klamm biriyle konuşmak istemezse, asla konuşmaz; bu kişi istediği kadar çabalasın, istediği kadar usandırıcı bir şekilde ona sokulursa sokulsun, ama Klamm'ın onunla asla görüşmeyeceği, onu asla huzuruna kabul etmeyeceği gerçeği tek başına yeterlidir; yoksa gerçekte herhangi birini görmeye neden dayananlasın? Bu hiç değilse kanıtlanamaz, çünkü hiçbir zaman denenmeyecek." Bey hızlı hızlı başını salladı. "Aslına bakarsanız ben de böyle düşünüyorum," dedi adam, "kendimi biraz farklı ifade ettim, bunu Kadastrocu Bey'in beni rahat anlayabilmesi için yaptım. Doğru olan şu ki, Klamm açık havaya çıktıktan sonra yarım daire şeklinde çevresine bakındı birkaç kez." – "Belki beni aramıştır," dedi K. "Olabilir," dedi bey, "bu aklıma gelmemişti." Herkes güldü; en yüksek sesle gülen, olup biteni pek anlamayan Pepi oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şato
General FictionKafka Şato'da, tıpkı Dava'da da olduğu gibi şeffaflıktan yoksun, işlemeyen kurumlarla, otorite ve bürokrasiyi hicveder. Esrarengiz bir kont, ona ait bir şato; diktatörce eğilimler gösteren, hiyerarşi içindeki çok sayıda bürokrat... Roman, Avusturya...