18

25 3 0
                                    

Yalvarıp yakarma

"Bu sırada biz ne mi yaptık? Yapabileceğimizin en kötüsünü; küçümsenmeyi, bize yapılandan fazlasını hak ettiğimiz bir şey yaptık; Amalia'ya ihanet ettik, onun suskun emirlerinden kendimizi çekip kurtardık; böyle yaşamaya devam edemezdik, büsbütün umutsuz yaşayamazdık; böylece hepimiz kendimize özgü yollardan bizi bağışlaması için şatoya yalvarıp hücum etmeye başladık. Gerçi hatayı düzeltebilecek durumda olmadığımızı biliyorduk; ayrıca şatoyla aramızdaki umut vaat eden tek bağlantı olan ve babamıza yakın duran bir memur olan Sortini ve ailesinin olaylar nedeniyle bizim için artık erişilmez duruma geldiklerini de biliyorduk, ancak yine de işe giriştik. İlk adım babamdandı; muhtara, sekreterlere, avukatlara, yazıcılara anlamsız yakarmalar başladı; babamı çoğunlukla huzura kabul etmediler; hileyle ya da rastlantı sonucu kabul edilse de –böyle bir haber geldiğinde nasıl sevinç çığlıkları atar, ellerimizi ovuştururduk–, hızlı bir şekilde geri çevriliyor ve bir daha asla kabul edilmiyordu. Hem babama yanıt vermek de kolaydı, şatonun işi hep kolaydır zaten. Ne istiyordu ki? Başına ne gelmişti? Neden bağışlanmak istiyordu? Ne zaman ve kim zerre kadar da olsa ona zarar vermişti? Elbette, yoksullaşmış, müşterilerini yitirmişti vesaire, ama bunlar gündelik hayat, esnaflık ve piyasa ilişkileriyle ortaya çıkan şeylerdi, şato her şeyle mi ilgilenmeliydi yani? Gerçekte her şeyle ilgileniyordu zaten, ama başka bir nedenle değil, sırf tek bir adama hizmet edebilmek için bu gelişmelere müdahale edemezdi. Yani babamın müşterilerinin peşinden koşup, onları zor kullanarak geri getirmeleri için memurlarını mı yollasaydı? Ama, diye babam itiraz ediyordu o zaman –bütün bunları evde, öncesinde ve sonrasında bir köşeye büzüşüp etraflıca konuşuyorduk, sanki Amalia'dan gizlenircesine yapıyorduk bunu, ama o her şeyi fark etse de hiçbir şey olmuyordu–, ama diye itiraz ediyordu babam; onun yakınması yoksullaşmaktan yana değildi, burada yitirdiği ne varsa kolayca yerine koyabilirdi, bunlar önemsiz şeylerdi, ah bir bağışlanabilseydi! Yanıt olarak, bağışlanacak neyinin olduğunu soruyorlardı babama, öyle ya şimdiye kadar hiçbir ihbarda bulunulmamıştı, hiç değilse tutanaklarda, avukatlara açık tutanaklarda böyle bir kayıt yoktu; dolayısıyla saptanabildiği kadarıyla aleyhinde ne bir işlem yapılmıştı ne de yapılacağa benziyordu. Hakkında alınmış tek resmi kararı söyleyebilir miydi acaba? Yapamazdı bunu babam. O halde hiçbir şeyden haberi olmadıysa, hiçbir şey de olmadıysa neydi ki istediği? Neyi bağışlanacaktı? Olsa olsa boş yere resmi makamları meşgul ediyordu, ama özellikle de bunun affı yoktu. Babam işin peşini bırakmadı, o sıralar gücü hâlâ çok yerindeydi ve zorunlu aylaklık ona bolca zaman tanıyordu. Babam günde birkaç kez Barnabas'a, "Amalia'nın şerefini geri kazanacağım, çok sürmez," diyordu, ama sesini çok alçaltıyordu, çünkü Amalia'nın bunu duymaması gerekiyordu; babam bunu yine de Amalia için söylüyordu yalnızca, çünkü gerçekte şerefin kurtarılması değil, bağışlanmaktı düşündüğü. Ne var ki bağışlanabilmek için önce suçun saptanması gerekiyordu, ancak suçun varlığı resmi makamlarca kabul edilmiyordu. Babam, suçun ondan gizlendiği düşüncesine kapılmıştı ve bu da onun akli melekelerinin zayıfladığını gösteriyordu; fazla ödeme yapmadığı için böyle olduğunu düşünüyordu, çünkü o zamana kadar sabit ücretleri ödüyordu yalnızca, oysa bu ücretler bile bizim koşullarımıza göre oldukça yüksekti. Ama babam şimdi daha çok ödeme yapması gerektiğine inanıyordu ki, bu kesinlikle yanlıştı, çünkü bizim resmi dairelerimizde işler kolay yürüsün, yersiz konuşmalar yapılmasın diye rüşvet alınır, ama bu yolla hiçbir yere varılmaz. Ama babam böyle bir umuda kapıldığından umudunu sarsmak istemedik. Babamın araştırmalarına kaynak sağlayabilmek üzere elimizde ne kalmışsa –bunların hemen hepsi yaşamsal şeylerdi– sattık ve uzunca bir süre her sabah babam yola koyulurken, cebinde hiç değilse şıngırdatabileceği birkaç kuruşunun bulunduğunu düşünüp mutlu olduk. Biz tabii ki gün boyu açlık çekiyorduk; para temin ederek sağlayabildiğimiz tek şey, babamızın kısmen de olsa umudunu ve neşesini koruyabilmesiydi. Ama bunun pek bir yararı yoktu. Babam gidip gelmelerden çok zahmet çekiyordu, parasızlıktan doğal olarak son bulması gereken bu yolculuklar uzadıkça uzadı. Ödenen bir sürü paraya karşılık gerçekte sıra dışı bir şey yapılamadığından, arada sırada bir kâtip hiç değilse bir şey yapıyormuş gibi görünüyor, araştırmalarda bulunacağına söz veriyor, bazı ipuçları bulduğunu ima ediyordu; bunların izlerini görevi gereği değil, babamın hatırı için süreceğini söylüyordu; babamsa daha çok kuşkulanacağı yerde daha çok inanır olmuştu. Saçmalığı açıkça ortada olan vaatlerle eve dönüyor, sanki bereketi ve bolluğu geri getirmiş gibi davranıyordu; Amalia'nın arkasına geçip zoraki bir gülümsemeyle ve gözlerini iri iri açıp Amalia'yı göstererek, çabaları sonucunda Amalia'nın kurtuluşunun çok yakında gerçekleşeceğini –ki buna Amalia'dan başka şaşıran olmayacaktı–, bunun şimdilik hepimizin dikkatle saklaması gereken bir sır olduğunu ima ederken babamı izlemek acı vericiydi. Babama para bulmak bizim için tamamen olanaksız duruma gelmeseydi, daha çok uzun bir zaman böyle sürüp gidecekti mutlaka. Gerçi bu arada Brunswick uzun yalvarmalardan sonra Barnabas'ı kalfa olarak almıştı; ancak Barnabas'ın görevi akşamları karanlıkta siparişleri almak, yine karanlıkta işleri teslim etmek şeklindeydi. İtiraf etmeliyim, Brunswick bizim yüzümüzden bir ölçüde işlerini tehlikeye atıyordu, ama karşılığında Barnabas'a çok düşük bir ücret ödüyordu; Barnabas'ın çıkardığı iş kusursuzdu, ne var ki aldığı ücret, açlıktan ölmeyecek kadar doymamıza yetiyordu ancak. Artık parasal destekte bulunamayacağımızı babamızı sakınarak ve uzunca bir hazırlıktan sonra kendisine söyleyebildik; babam bunu büyük bir sükûnetle karşıladı. Müdahalelerinin umutsuzluğunu kavrayabilecek kadar aklı başında değildi, ama arkası kesilmeyen düş kırıklıklarından yorgun düşmüştü yine de.

ŞatoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin