Muhtarla yaptığı görüşmeden kendisini kaygılandıracak bir şey çıkmaması K.'yı şaşırtmıştı. Bunu, o güne kadarki deneyimlerine göre kontluk makamlarıyla kurduğu resmi ilişkilerde hiç zorlanmamasıyla açıklamaya çalıştı. Bunun bir nedeni, kendi meselelerinin çok belirgin, dıştan bakıldığında onu çok kollayan ilkelere bağlı olarak ele alınmasıydı; başka bir nedeni de, özellikle yokmuş gibi göründüğü yerde hizmetin hayran kalınacak şekildeki bir bütünlüğe sahip olduğunun hissedilmesiydi. K. bazen yalnızca bunları düşündüğünde, durumunu memnuniyet vericiymiş gibi değerlendirme eğiliminde oluyordu; ama böylesi memnuniyet anlarından sonra hemen kendine gelip, tehlikenin tam da burada olduğunu kendi kendine söylüyordu.
Makamlarla doğrudan bağlantıya geçmek pek zor olmuyordu, çünkü makamlar ne kadar iyi örgütlenmiş olsalar da, yalnızca uzak ve görünmez efendileri adına uzak ve görünmez şeyleri savunuyorlardı; oysa K. yakınındaki canlı bir şey için, kendi için savaşıyordu; ayrıca bunu hiç değilse başlarda kendi iradesiyle yapıyordu, çünkü o saldıran taraftı; kendisi için savaşan yalnızca o değildi, ama makamların aldığı önlemler doğrultusunda inandığı, tanımadığı başka güçler de vardı. Ama makamlar baştan beri önemsiz konularda –çünkü şimdiye kadar daha fazlası söz konusu olmamıştı– K.'ya büyük ölçüde destek vererek, onun küçük ve basit zaferler kazanma olanağını ve bu olanakla birlikte ona bağlı olan kıvancı ve kıvançtan doğacak olan sonraki büyük savaşlar için gerekli güven duygusunu elinden alıyorlardı. Bunun yerine K.'nın –ancak köyle sınırlı olmak kaydıyla– istediği her yere girip çıkmasına izin veriyor, onu böylelikle şımartıp zayıf düşürüyorlardı; her türlü savaşı ortadan kaldırıp, onu resmi olmayan, tamamen belirsiz, bulanık ve yabancı bir yaşama itiyorlardı. Bu şekilde, eğer sürekli tetikte olmazsa, makamların bütün kibarlıklarına ve abartılı bir şekilde kolay olan görevlerin eksiksiz yerine getirilmesine karşın, ona gösterilen sözde iyi niyete aldanır da yaşamının diğer alanlarında tedbirsiz davranırsa, yıkılıp giderdi; makamlar da istekleri dışında olsa da, hâlâ yumuşak ve dostane tavırlarla K.'nın tanımadığı bir kamusal düzen adına onu ortadan kaldırırlardı. Peki burada, yaşamın diğer alanları diye tanımlanan şey neydi? K., makamlarla yaşamın böylesine iç içe geçtiği başka bir yer görmemişti; öyle birbirine geçmişlerdi ki, bazen yaşam ve makamlar yer değiştirmişler gibi gözüküyordu. Örneğin Klamm'ın K.'nın görevi üzerindeki görünüşte olan gücü, Klamm'ın tüm gerçekleriyle K.'nın yatak odası üzerinde sahip olduğu gücüyle karşılaştırıldığında ne ifade ediyordu ki! Bu yüzden, doğrudan makamlar karşısında birazcık düşüncesizce bir tutum, belli bir gevşeklik yerinde olurken, bunun dışında çok dikkatli olmak, atılacak her adımdan önce çevreyi kolaçan etmek gerekiyordu.
K., buradaki makamlarla ilgili düşüncesinde çok haklı olduğunu muhtara gittiğinde gördü. Muhtar sevimli, şişman, sinekkaydı tıraşlı bir adamdı ve hastaydı; ağır bir gut nöbeti geçirdiği için K.'yı yatakta kabul etti. "Kadastrocumuz sizsiniz demek!" dedi ve K.'yı selamlamak için doğrulmak istese de bunu başaramadı, bacağını göstererek özür diledi ve kendini tekrar yastığa bıraktı. Alacakaranlığın çöktüğü, perdelerin daha kararttığı, küçük pencereli odada bir gölge gibi duran sessiz bir kadın, K.'ya getirdiği sandalyeyi yatağın yanına bıraktı. "Oturun, oturun Kadastrocu Bey," dedi muhtar, "şimdi bana arzunuzu söyleyin." K., Klamm'ın mektubunu okuyup, arkasından bir iki görüşünü ekledi. Yine makamlarla olağanüstü kolay ilişki kurulabildiği hissine kapıldı. Memurlar görünürde her türlü yükü taşıyorlardı, her şey omuzlarına yıkılabilirdi ve kişinin kendi, dokunulmaz ve özgür kalabilirdi. Muhtar da bunu sanki kendince hisseder gibi yatağında huzursuzca döndü. Sonra şöyle dedi: "Fark ettiğiniz gibi Kadastrocu Bey, her şeyden haberim var. Henüz girişimde bulunmamış olmamın birinci nedeni hastalığım; diğer nedeni de bunca zamandır gelmemiş olmanız; sizin bu işten vazgeçtiğinizi düşünmüştüm artık. Ancak bana gelme nezaketini gösterdiğiniz için, ben de size tatsız gerçeği tabii ki olduğu gibi söyleyeceğim. Siz, kadastrocu olarak işe alındığınızı söylüyorsunuz, ancak bizim ne yazık ki kadastrocuya ihtiyacımız yok. Bir kadastrocunun yapabileceği zerre kadar iş yok burada. Küçük işletmelerimizin sınırları belirlidir, her şey düzgün bir şekilde kayıtlara geçmiştir. Mülkiyet değişiklikleri pek olmaz ve ortaya çıkan ufak tefek sınır anlaşmazlıklarını kendimiz çözeriz. Yani ne işimiz var kadastrocuyla?" K., daha önce bu konuyu hiç düşünmediği halde, buna benzer bir açıklama beklediğinden kuşkusu yoktu. Bu nedenle hemen, "Buna çok şaşırdım," diyebildi. "Bütün hesaplarım altüst oldu şimdi. Umarım bir yanlış anlaşılma vardır." – "Ne yazık ki," dedi muhtar, "ne dediysem o." – "Ama bu nasıl olur!" dedi K. sesini yükselterek. "Bunca uzun yolculuğu gerisin geriye yollanmak için mi yaptım!" – "Bu, benim karar veremeyeceğim başka bir konu," dedi muhtar, "ancak o yanlış anlaşılmanın nasıl olduğunu size açıklayabilirim. Kontluk gibi böylesi büyük makamlarda bazen bir dairenin şöyle, diğerinin böyle karar verdiği olabiliyor, hiçbirinin diğerinden haberi yoktur, gerçi denetimler büyük bir titizlikle uygulanır, ancak doğaları gereği geç kalır, böylece küçük bir karışıklık meydana gelebilir. Tabii bu karışıklıklar sizin olayınızda olduğu gibi çok ufak şeylerdir. Önemli konularda hata yapıldığını duymadım, ama bazen ufak şeyler de bayağı can sıkıcı olabiliyor. Sizin konunuza gelince, görev sırrı demeden –buna kalkışacak kadar memur sayılmam, ben çiftçiyim, o kadar– durumu açıkça anlatacağım. Uzun zaman önce –muhtarlığa başlayalı henüz birkaç ay olmuştu– hangi daireden geldiğini şimdi anımsamadığım bir genelge ulaşmıştı; orada beylere has resmi bir dille, bir kadastrocunun görevlendirileceği, bütün çalışmaları için gerekli plan ve çizimlerin hazır edilmesi görevinin köy meclisine verildiği yazılıydı. Bu emir elbette sizinle ilgili olamazdı, çünkü yıllar önce gelmişti ve ben şimdi hasta olup da, yattığım yerde en komik şeyleri düşünmek için bolca vakit bulamasaydım bunu yine anımsayamazdım." – "Mizzi," dedi sonra muhtar anlatmaya ara verip, odanın içinde hâlâ ne yaptığı belli olmadan dolanıp duran karısına dönerek, "lütfen şu dolaba bir bak, belki genelgeyi bulabilirsin." – "Bu genelge," dedi K.'ya açıklamada bulunarak, "ilk dönemlerime ait, çünkü o sıralar her şeyi saklardım." Kadın hemen dolabı açtı. K. ve muhtar onu izlediler. Dolap tıka basa evrak doluydu. Dolap açılır açılmaz, yakacak odun gibi çevreleri rulo yapılıp bağlanmış iki evrak destesi yere düştü; kadın korkuyla yana doğru sıçradı. "Altta olacak, altta," dedi muhtar, yattığı yerden komuta ederek. Kadın emri dinleyerek iki koluyla kucakladığı dosyaları yere atıp, alttaki evrağa ulaşmaya çalıştı. Kâğıtlar bir anda odanın yarısını kaplamıştı. "Çok iş yaptık," dedi muhtar başını sallayarak, "şunlar yalnızca küçük bir bölümü. Esas yığını samanlığa kaldırdım, ne var ki büyük bir bölümü de kayboldu. Bunları kim bir arada tutabilir ki! Ama samanlıkta daha çok var." – "Genelgeyi bulabilecek misin?" diye yeniden karısına döndü, "Kadastrocu sözcüğünün altının mavi kalemle çizili olduğu evrakı araman gerekiyor." – "Burası çok karanlık," dedi kadın, "gidip bir mum getireyim." Kadın sonra kâğıtların üzerinden atlayarak odadan çıktı. "Diğer işlerimin yanı sıra yapmak zorunda kaldığım bu ağır resmi görevde karım bana çok destek oluyor," dedi muhtar. "Gerçi yazışmalar için bir yardımcım, bir öğretmen var, ama yetişmek mümkün olmuyor, bir yığın bitmemiş iş kalıyor, onları da şu çekmecede biriktiriyoruz." Bir dolaba işaret etti. "Hele bir de hasta oldum mu, orası dolup taşıyor," dedi muhtar, bitkin ama gururla arkasına yaslanarak. Kadın elinde mumla geri gelip, çekmecenin önünde diz çökerek genelgeyi aramaya başlayınca, "Acaba karınıza aramada ben de yardımcı olabilir miyim?" diye sordu K. Muhtar, gülümseyerek başını iki yana salladı: "Söylediğim gibi, sizden gizli resmi bir sırrım yok, gelgeldim size evrağı karıştırtacak kadar ileri gidemem." Oda şimdi sessizliğe bürünmüştü, yalnızca kâğıtların hışırtısı duyuluyordu, hatta muhtar belki de biraz uyukluyordu. Kapıya hafifçe tıklatılınca K. kapıya doğru döndü. Gelenler elbette yardımcılardı. Ne de olsa biraz eğitimliydiler, hemen odaya akın etmediler, aksine aralık kapının ardında önce biraz fısıldaştılar: "Dışarıda üşüyoruz." – "Kim?" diye sordu muhtar irkilerek. "Yardımcılarım sadece," dedi K., "onları nerede bekleteceğimi bilemedim, dışarısı çok soğuk, burada olsalar rahatsızlık verirler." – "Beni rahatsız etmezler," dedi muhtar dostça, "bırakın gelsinler. Ayrıca tanıyorum onları, eski ahbaplar." – "Ama bana rahatsızlık veriyorlar," dedi K. sakınmadan, sonra bakışlarını yardımcılardan muhtara, muhtardan da yardımcılara kaydırdı ve üçünün de gülümsemelerini ayırt edilemeyecek kadar birbirlerine benzetti. "Ama madem geldiniz," dedi K. şansını deneyerek, "o halde gitmeyin ve muhtarın eşine yardımcı olun, kadastrocu sözcüğünün altının mavi kalemle çizili olduğu bir evrak arıyor." Muhtar karşı çıkmadı. K.'ya yasak olan, yardımcılara açıktı; adamlar hemen kâğıtların üzerine atıldılar, ancak aramaktan çok yığının altını üstüne getiriyorlardı; biri ötekine bir yazının harflerini söylerken, öteki elinden çekip alıyordu. Kadınsa boş çekmecenin önünde diz çökmüştü ve aramayı bırakmış gibi görünüyordu; hiç değilse mum çok uzağında duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şato
قصص عامةKafka Şato'da, tıpkı Dava'da da olduğu gibi şeffaflıktan yoksun, işlemeyen kurumlarla, otorite ve bürokrasiyi hicveder. Esrarengiz bir kont, ona ait bir şato; diktatörce eğilimler gösteren, hiyerarşi içindeki çok sayıda bürokrat... Roman, Avusturya...