Amalia'nın Sırrı
"Kararını kendin ver," dedi Olga. "Ayrıca kulağa çok basit geliyor, bunun nasıl olup da büyük bir önem taşıdığını insan hemen anlayamıyor. Şatoda büyük bir memur vardır, adı Sortini." – "Kendisinden bahsedildiğini duymuştum," dedi K., "atanmamda rol oynamış olan kişilerden." – "Öyle olduğunu sanmıyorum," dedi Olga, "Sortini pek ortalıkta görünmez. Sen adı "d" ile yazılan Sordini'yi kastedip, yanılıyor olmayasın?" – "Haklısın," dedi K., "evet, Sordini'ydi." – "Evet," dedi Olga, "Sordini pek tanınmıştır, adı sürekli geçen en tanınmış memurlardan biridir; oysa Sortini geri planda durur ve çoğunluk tanımaz onu. Onu üç yılı aşkın bir süre önce ilk ve son kez gördüm. İtfaiye derneğinin düzenlediği 3 Temmuz'daki bir eğlencedeydi, şato da katılmış ve yeni bir yangın tulumbası bağışlamıştı. Kısmen itfaiye işleriyle de ilgilendiği söylenen Sortini –belki yalnızca vekâleten oradaydı, çünkü memurlar genelde birbirlerine vekâlet ederler ve bu nedenle hangi memurun ne işe baktığını anlamak güçtür–, tulumbanın teslim törenine katılmıştı. Tabii şatodan başkaları da, memurlar ve hizmetliler de gelmişlerdi ve Sortini karakterine uygun davranarak en arkada durmuştu. Ufak tefek, zayıf, dalgın bir beydir kendisi; oradaki varlığını fark eden kişilerin dikkatini çeken, Sortini'nin alnını buruşturma şekli olmuştu; bütün kırışıklar –ki adam kırktan fazla olmamasına karşın bunlar bir hayli fazlaydı–, alnından yelpaze gibi burun köküne uzanıyordu; hayatımda böylesini görmedim. O tören buydu işte. Biz, Amalia ve ben, haftalar öncesinden bunun sevincini yaşamış, yabanlıklarımızın bazı yerlerini elden geçirmiştik; özellikle Amalia'nın giysisi çok güzeldi, beyaz bluzunun önü üst üste binmiş, sıra sıra dantellerle kabarmıştı ve annem bütün dantellerini bu bluz için kullanmıştı. Ben de kıskanmış, şenlikten önceki gece hep ağlamıştım. Ancak sabahleyin Zur Brücke Hanı'nın sahibesi kadın bizi görmeye gelince..." – "Zur Brücke Hanı'ndan hancının karısı mı?" diye sordu K. "Evet," dedi Olga, "bizimle çok yakın dosttu, evet kadın geldi ve Amalia'nm daha üstün durumda olduğunu itiraf ederek, beni yatıştırmak için Bohemya grenasından yapılmış kendi gerdanlığını ödünç verdi. Sokağa çıkmaya hazır duruma geldiğimizde, Amalia karşımda durmuş, herkes ona hayranlıkla bakarken babam, 'Demedi demeyin, bugün Amalia evleneceği adamı bulacak,' dedi; ben de, nedendir bilmiyorum, gururum olan gerdanlığı boynumdan çıkarıp Amalia'ya taktım; kıskançlığım yok olmuştu artık. Herkesin onun karşısında eğilmesi gerektiğine inanarak, Amalia'nın karşısında eğildim; onun her zamankinden farklı görünmesi bizi hazırlıksız yakalamıştı belki, çünkü güzel bir kız sayılmazdı, ama o günden sonra benimsediği o mahzun bakışı bizi aşmıştı ve insan gerçekten ve elinde olmadan önünde eğiliyordu. Bu durumu herkes, bizi almaya gelen Lasemann ve karısı da fark etti." – "Lasemann mı?" diye sordu K. "Evet, Lasemann," dedi Olga. "Biz çok itibarlıydık, örneğin şenlik biz olmadan kolay kolay başlayamazdı, çünkü babam itfaiyede üçüncü eğitim şefiydi." – "Babanızın gücü kuvveti hâlâ o kadar yerindeydi yani?" dedi K. "Babam mı?" diye sordu Olga, pek anlamamışçasına. "Babam üç sene öncesine kadar delikanlıdan farksızdı, örneğin Beyler Hanı'ndaki bir yangında bir memuru, o ağır Galater'i sırtlamış, koşar adım çıkarmıştı. Ben de oradaydım; gerçi yangının yayılma tehlikesi yoktu, sobanın yanındaki kuru odunlar tütmeye başlamıştı yalnızca; ama Galater korkmuş, pencereden yardım çağırmıştı; itfaiye geldi, yangın söndürülmüş olmasına karşın Galater'i dışarı taşımak zorunda kaldı. Eh, Galater hantal adamın biri, böyle durumlarda dikkatli davranmak zorunda. Bunu babamdan dolayı anlatıyorum; üzerinden üç yıldan fazla geçmedi, ama bak, ne halde oturuyor orada." Amalia'nın yeniden odaya girdiğini K. ancak şimdi fark edebilmişti; ama kız çok uzakta, annesiyle babasının oturduğu masadaydı; romatizmalı kollarını oynatamayan annesini doyuruyor, bir yandan da babasına yemek için sabretmesini, yemeğini yedirmek için birazdan yanına geleceğini söylüyordu. Gelgeldim Amalia'nm uyarısı bir sonuç vermemişti, çünkü babası çorbasına bir an önce ulaşmak için büyük bir açgözlülükle bedensel güçsüzlüğünü yenerek, çorbasını bazen kaşıkla, bazen de doğrudan tabaktan içmeye başladı; ikisini de başaramayınca öfkeyle homurdandı; kaşık daha ağzına gelmeden çoktan boşalıyor, çorbanın içine ağzı değil de aşağıya doğru sarkmış bıyıkları dalıyor ve çorba ağzına girmek yerine her yere dökülüp, saçılıyordu. "Üç yıl onu bu hale mi getirdi?" diye sordu K. Ama hâlâ ne o iki yaşlı ne de aileye ait masanın durduğu o köşe içini sızlatıyordu, aksine tiksinti veriyordu. "Üç yıl," dedi Olga usulca, "ya da şenliğin birkaç saati. Şenlik, köyün girişinde akan derenin kenarındaki çayırda yapılmıştı; biz vardığımızda büyük bir kalabalık toplanmıştı, komşu köylerden de çok gelen olmuştu, gürültüden ne yapacağını bilemiyordu insan. Tabii babam bizi önce tulumbanın yanına götürdü, tulumbayı görünce sevinçten gülmeye başladı, yeni bir tulumba onu mutlu etmişti; tulumbaya dokunmaya ve bize açıklamalar yapmaya başladı, itiraza ve birinin ilgisizliğine tahammülü yoktu; tulumbanın alt kısmında görülecek bir şey mi var, hepimiz eğilmek, neredeyse sürünüp tulumbanın altına girmek zorunda kalıyorduk; Barnabas o gün karşı koyduğu için dayak yemişti. Tulumbayla yalnızca Amalia ilgilenmemişti; şık elbisesiyle öylece orada dikilip durmuş ve kimse ona bir şey söylemeye cesaret edememişti; ben arada sırada yanma koşup, koluna giriyordum, ama o susuyordu. Nasıl olup da tulumbanın yanında o kadar uzun süre kaldığımızı bugün bile açıklayamıyorum; ancak babam tulumbanın yanından ayrılabildikten sonra Sortini'yi fark edebilmiştik; adam besbelli bütün zaman tulumbanın kollarından birine yaslanıp durmuştu. Tabii diğer şenliklerden farklı, korkunç bir de gürültü vardı o gün, çünkü itfaiyeye şatodan birkaç da borazan armağan edilmişti; bir çocuğun bile gösterebileceği en ufak bir çabayla en çılgın sesleri çıkarabilen özel çalgılardı bunlar; insan bunları duyunca Türkler geldiler sanabilirdi; hem buna alışmak da olanaksızdı, her üflemede insan yeniden irkiliyordu. Borazanlar yeni olduğundan, herkes bir kez denemek istiyordu, sonuçta halk şenliği diye izin veriliyordu. Bu borazancılardan birkaçı –belki de Amalia çekmişti onları– tam da bizim çevremizi sarmıştı; insanın bu durumda aklını toparlaması güçtü; bir de babamızın emri doğrultusunda dikkatimizi tulumbaya vermiştik ve bu yapabileceğimizin en fazlasıydı zaten; böylece öncesinde zaten tanımadığımız Sortini hayli uzun bir süre gözümüzden kaçmıştı. Sonunda Lasemann, "Sortini orada," diye babama fısıldarken ben de yanlarındaydım. Babam yerlere kadar eğilerek selam verdi, bize de eğilmemiz için heyecanla işaret etti. Onu o güne kadar tanımadığı halde, babam Sortini'nin itfaiyecilik konusundaki uzmanlığına saygı duyar, kendisinden evde sıklıkla söz ederdi; bu nedenle Sortini'yi şimdi gerçek haliyle görmek bizim için de şaşırtıcı ve anlamlı olmuştu. Sortini'nin ise bizimle ilgilendiği yoktu; bu, salt Sortini'ye özgü bir davranış değildi, memurların çoğu halkın içinde böyle kayıtsız görünürler, hem yorgundu da, onu burada, aşağıda tutan şey resmi göreviydi. Özellikle benzeri temsil görevlerini çok sıkıcı bulanlar en kötü memurlar sayılmazlar; diğer memurlar ve hizmetliler de –mademki gelmişlerdi artık– halkın arasına karıştılar; ama Sortini tulumbanın yanında kaldı ve herhangi bir rica ya da iltifatla yanına yaklaşmaya çalışanları suskunluğuyla başından attı. Bu yüzden onu fark etmemizden daha sonra gördü bizi. Biz önünde derin saygıyla eğilip, babam da bizim adımıza mazeret göstermeye çalışınca bize doğru ancak baktı, bakışlarını yorgun bir edayla birimizden ötekine çevirdi; sanki birimizin yanında sürekli bir İkincimiz daha var diye iç geçirir gibi oldu, derken Amalia'ya gelince durup, başını ona doğru kaldırmak zorunda kaldı, çünkü Amalia'nın boyu onunkinden çok daha uzundu. Bunun üzerine duraksadı, Amalia'ya daha yakın olabilmek için arabanın oku üzerinden atladı; biz bunu önce yanlış yorumladık ve babamızı önümüze katıp, Sortini'ye yaklaşmak istedik, ama o elini kaldırarak bizi durdurdu ve ardından eliyle gitmemizi işaret etti. Hepsi buydu. Sonrasında kendine gerçekten bir eş bulduğunu söyleyerek Amalia'ya çok takıldık; bütün öğle sonrası akılsızlığımızdan pek bir neşelendik; ama Amalia hiç olmadığı kadar suskundu. Her zaman biraz kaba ve Amalia'nın mizacındaki insanları anlamaktan yoksun olan Brunswick, "Sortini'ye sırılsıklam âşık olmuş," dedi; ama bu defa söyledikleri bize neredeyse doğru gelmişti; o gün büsbütün coşmuştuk, gece yarısı eve geldiğimizde Amalia dışında hepimiz tatlı şato şarabıyla sersemlemiş gibiydik. "Ya Sortini?" diye sordu K. "Evet, Sortini," dedi Olga. "Sortini'yi şenlik boyunca geçerken pek çok kez gördüm; kollarını göğsü üzerinde kavuşturmuş, arabanın oku üzerinde oturuyordu ve onu almaya gelen şato arabası gelene kadar da öylece kaldı. İtfaiyecilerin gösterilerine bile kalkıp gitmedi; oysa babam yaşıtlarını nasıl geride bıraktığını Sortini'nin seyredeceğini umuyordu o zaman." – "Ondan bir daha haber almadınız mı?" diye sordu K. "Sortini'ye karşı pek bir huşu besler gibisin de." – "Evet, huşu," dedi Olga, "evet, ondan haber de aldık. Ertesi sabah şarabın etkisiyle daldığımız derin uykumuzdan Amalia'nın çığlığıyla uyandırıldık; diğerleri kendilerini yeniden yataklarına bıraktılar, ama benim uykum bütünüyle açılmıştı, Amalia'ya koştum. Pencerenin önünde durmuş, az önce bir adamın pencereden uzattığı bir mektubu elinde tutuyordu; adamsa yanıt almak için bekliyordu. Amalia mektubu –kısaydı mektup– okumuş, güçsüzce sarkan elinde tutuyordu; onun o yorgun halini hep sevmişimdir. Yanında diz çökerek mektubu okudum. Tam bitirmiştim ki, Amalia bana kısa bir bakış atıp, mektubu tekrar eline aldı ve okumayı yüreği kaldırmadığı için, yırttı, parçalarını da dışarıda bekleyen adamın suratına fırlatıp, pencereyi kapadı. O kritik sabahta olmuştu bunlar. Kritik diyorum ama önceki öğle sonrasının da her anı aynı şekilde kritikti." – "Mektupta ne yazıyordu peki?" diye sordu K. "Evet, bunu anlatmadım henüz," dedi Olga. "Mektup Sortini'den geliyordu, grena taşından gerdanlıklı kıza gönderilmişti. İçindekileri olduğu gibi aktaramayacağım. Yanına, Beyler Hanı'na gidilmesi için bir çağrıydı, Amalia'nın derhal gelmesini istiyordu, çünkü Sortini yarım saat sonra oradan ayrılmak zorundaydı. Mektup, daha önce hiç duymadığım, ancak bağlamından şöyle böyle tahmin edebildiğim en bayağı ifadelerle doluydu. Amalia'yı tanımayıp, yalnızca bu mektubu okuyan biri, hiç el değmemiş olsa bile, kendisine böyle sözler yazılmasına cüret edilen bir kızın ırzına tecavüz edildiğini düşünürdü mutlaka. Mektup aşk mektubu değildi, gönül okşayıcı sözler de içermiyordu, Sortini belli ki Amalia'yı görünce ondan etkilenmiş ve işlerinden alıkonulmuş olmaktan dolayı sinirlenmişti daha çok. Biz bunu sonra şöyle yorumladık: Sortini herhalde o akşam şatoya gitmek istemiş, ama sırf Amalia yüzünden köyde kalmıştı; Amalia'yı unutmayı gece boyunca da başaramadığı için sabah öfkeden deliye dönüp bu mektubu yazmıştı. En soğukkanlı kadın bile bu mektubu okuduğunda önce öfkelenirdi; Amalia'dan başkası olsa, mektuptaki kötü ve tehdit dolu vurgudan dolayı korku duygusu ağır basardı, ama Amalia hiddetlenmekle yetindi, çünkü korku nedir bilmez, ne kendi ne de başkaları adına korkar o. Ben o sırada yeniden yatağıma girmiş, yarım kalmış olan, 'Ya hemen gelirsin, ya da!' cümlesini kendime tekrarlarken, Amalia pencere pervazına oturmuş, sanki birincisine davrandığı gibi davranmaya hazırlandığı yeni bir ulağı bekliyormuş gibi dışarıya bakıyordu." – "Bunlar memur demek," dedi K. duraksayarak, "içlerinden böyleleri de çıkıyor. Baban ne yaptı? Umarım ilgili makama Sortini'yi ağır şekilde şikâyet etmiştir, ama Beyler Hanı'na giden kısa ve emin yolu yeğlememişse tabii. Hikâyenin en çirkin yanı Amalia'ya yapılan hakaret değil, bunun kolayca telafisi mümkün, ama senin bunu neden böyle aşırı önemsediğini anlayamıyorum; Sortini böyle bir mektupla neden Amalia'yı sonsuza kadar rezil etmiş olsun ki? Senin anlattıklarına göre insan inanabilir buna, ama aslında tam da olamaz; Amalia'nın gönlü kolayca alınabilir ve olay bir iki gün içinde unutulup giderdi; ama Sortini Amalia'yı değil kendini rezil etmiş. Sortini'den, gücün böylesine kötüye kullanılmasından korkarım ben. Açık seçik söylendiği, çok bariz olduğu ve de Amalia gibi üstün bir muhalife çattığı için böyle bir şey bu olayda başarısızlığa uğramış; ama koşullar biraz olumsuz olsun, binlerce başka vakada bütünüyle başarıya ulaşır ve kötülüğe uğrayan kişi dahil herkesin gözünden kaçabilir." "Sus," dedi Olga, "Amalia buraya bakıyor." Amalia annesiyle babasının yemeklerini yedirmiş, şimdi annesinin giysilerini soymaktaydı; annesinin etekliğinin belini çözdü, kadının kollarını kendi boynuna doladı, onu bu şekilde hafifçe kaldırıp, etekliğini sıyırdı, sonra yine usulca yerine oturttu. Önce annenin hizmet almasından her zaman mutsuz olan baba –bunun tek nedeni belli ki annesinin ona göre daha muhtaç durumda olmasıydı–, muhtemelen kızını sözde ağırkanlılığı nedeniyle cezalandırmak niyetiyle kendi başına soyunmaya çalışıyordu; ama işe en gereksiz ve en kolay yerinden, ayaklarının içinde dönüp durduğu bol terliklerinden başlasa da, ne yaptıysa terlikleri çıkarmayı başaramadı; çok geçmeden kısık sesli hırıltılar çıkararak bundan vazgeçmek zorunda kaldı ve kaskatı bir şekilde sandalyesine yaslandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şato
General FictionKafka Şato'da, tıpkı Dava'da da olduğu gibi şeffaflıktan yoksun, işlemeyen kurumlarla, otorite ve bürokrasiyi hicveder. Esrarengiz bir kont, ona ait bir şato; diktatörce eğilimler gösteren, hiyerarşi içindeki çok sayıda bürokrat... Roman, Avusturya...